14 Eylül 2010 Salı

Cinco Villas (5 Kasaba)

6 Eylül 2010 günü başlayan hafta; Türkiye için önemli bir hafta oldu. 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası, Türkiye’de gerçekleşti. İspanya elenene kadar sadece İspanya maçlarını gösteren İspanyol la Sexta kanalı, İspanya’nın elenmesinden sonra sadece Amerika maçlarını gösterir oldu. Rica minnet final maçını bir barda toplu halde izledik. Aynı anda tenis maçları olduğu için şu sıralar her yerde tenis maçları gösteriliyor. Sonuç olarak Türkiye, ABD’ye yenilerek gümüş madalyayı aldı. Bizim için yeterince iyi bir derece. Tanjevic’in durumunu herkese anlattım. "Tiene que estar en hospital." dedim. Yabancı bir dili konuşabilmek güzel şey ve zamanla anlamak ayrı bir zevk. Önceden konuşulanlar geliyor aklıma "ha" diyorum "böyle demek istemiş". Alıştığım kişileri anlamaktan öte artık başkalarının da ne dediğini anlayabiliyorum.

Shrek 4’e (burada hırek diye okunuyor) gittik. Birçok yerini anladım ama İspanyolca izlemeyi tercih etmem. Altyazı daima en iyisi. Finlandiyalı Lisa ile bunu konuştuk. Finlandiya’da filmler daima altyazılı olur dedi. İşin kötü yanı ise Finlandiya’nın iki resmi dili (Fince ve İsveççe) olması. İkisini de aynı anda yansıtıyorlar filmin altına. Hem İngilizce dinleyip hem de iki altyazıyı da okuyabiliyorum diyor. İspanyollar altyazıya alışık olmadıkları için yetişemiyorlar. Bazen televizyonda İspanyolca seslendirilmiş bir filmde İspanyolca altyazı açıyorum ve altyazıyı okumaya çalışıp filmi kaçırıyorlar. Cnbc-e ve Banu Avar’ın da dediği gibi sadece 5 kişinin elinde olan tv sektörü sağ olsun, ses İngilizce, altyazı İspanyolca olsun veya tam tersi, her şekilde filme yetişiyoruz. Bir de Lisa diğer taraftan altyazılı filmler sayesinde gençler senede 9 kitap bitirmiş oluyor diyor.

Çarşamba günü ne bayramı olduğunu anlamadığım bir bayram sebebiyle iş yoktu. Bu nedenle evde duramayan bünyelerimiz 5 kasabayı gezelim fikriyle çıktı yola. Bunlar; başta Mombeltran olmak üzere, Santa Cruz, San Esteban, Villarejo ve Cuevas olarak bir vadi içerisine toplanmış beş kasaba. Mombeltran bunların arasında en büyüğü ve zamanında en zengini olduğundan kalesi, büyük bir kilisesi var ama ne hikmetse arenası yok. Diğerlerinin boğa arenası olmasına rağmen daha küçük kasabalar. İçlerinden en güzeli Santa Cruz. Yürüyüş uzun ve yorucu olduğu için fotoğraf makinesini yanıma almadım, o nedenle yeni fotoğraf yok. Ayrıca orman yangınının olduğu yerlerden de geçtik. Yüzyıllarca yaşayabilecek ağaçların ölü bedenleri… Yol gösteren işaretler de yanmıştı bu nedenle kaybolmanın ucundan döndük.

Pazar günü Türkiye’de referandum oldu… Burada herkese anlattım. İlgilenenler kendi dillerindeki sitelerden daha fazla bilgi aldılar.

Ayrıca Finlandiya Dışişleri Bakanı’nın AB üye ülkelerine "Uluslar arası arenada, Türkiye topunuzdan daha daşşaklı." demesi ayrı bir olay. Aynı toplantıda ABD de bizim güzide yoldaşımızdır denilmiştir. Peki, AB, ABD ve Türkiye bir grup olsun, geriye kalanlar da ayrı bir grup. Koca dünya iki tanecik gruba mı yetemeyecek? Neyini paylaşamıyorsunuz? Bitti lan zaten. Ölüyor dünya.

Bir de o kadar çok ABD dedim sürekli aklıma İspanyolcası geliyor. ABD (EUA) genelde Estados Unidos olarak anılmakta ve kısaltması EE. UU. şeklinde. Sebebi ise çoğul hallerde kelimenin baş harfi tekrarlanıyor. Devletler çoğul ama Birleşik çoğul değil ki demeyin. O da İspanyolcanın kafiyeli halinden kaynaklanıyor. Bir de sonuna Amerika eklenince EUA’ya dönüşmesi henüz bilim çevrelerince açıklanabilmiş değil. Sadece Amerika derseniz bütün kıtayı kastetmiş oluyorsunuz ve Latin Amerika da dahil oluyor. Bir de bi fıkrada (chiste) "En korkunç ülke hangisidir? Tabi ki EEUU’dur." denilmesi, insanların buna gülmesi gibi olaylarla karşılaşabiliyorsunuz.

Son olarak yeterince ağladım diyerek bir adet operatörsüz USB modem aldım. Bir de daha önce de söylediğim gibi buranın en ucuzu olan pepephone’dan yeni hat aldım. Hat için banka hesabı gerekiyor. CajaDuero’dan hesap açtırırken programda Türk uyruğu seçeneği çıkmadı. Merkez arandı kodu (131) öğrenildi falan ama 72,5 milletin arasında bir Türk’ün gözükmemesi ayıp. Henüz internete bağlanabilmiş değilim. Mektup ile gelen kontratı imzaladım ve bugün geri gönderdim. Diğer operatörlerin aksine pepephone kontratınızı istediğiniz zaman iptal ettirebiliyorsunuz. Birkaç gün içerisinde bağlanabilmeyi umuyorum. (Düzeltme: Şu an evden bağlanıyorum.) Almak için neden bu kadar bekledin diye soracak olursanız. Belediyenin kasaba genelinde kablosuz ağ kurulmuştu ve beni sorumlusu yapmışlardı. Sorumlu olunca olayın derinliklerine inme fırsatım oldu ve aslında sadece ağın kurulduğunu ama bütçe sorunları nedeniyle daha doğrusu bütçeyi aktarma sorunları nedeniyle ağın net çıkışının olmadığını öğrendim. Belediyenin başı belaya girmesin diye başka şirketler aracılığıyla para aktarmak veya göstermelik olarak en azından yıllık 1 euro gibi bir ücret karşılığı kullanacak kişilere şifre dağıtmak gerekiyor. Bunlar tabi zor iş. Seçimler de yaklaşıyor. Belediye başkanı değişirse bu iş yatar diye bakıyorlar. Kısaca teknik sebeplerden dolayı kablosuz ağımız yok.

9 Eylül 2010 Perşembe

Salamanca

30 Ağustos Zafer Bayramı ile başlayan hafta;

Birlikte yaşadığımız Fransız’ın arkadaşları bu haftayı burada geçirdi. Biri abisi 3 kişi. Tatil için geldiklerinden her gece dışarı çıktılar. Bazı geceler ben de eşlik ettim.

Salı günü İspanyolca kursumuzun son günüydü. Kurs sonrasında ne yapacağımı bilmediğimden biraz buruk bir gün oldu. Hocamıza teşekkürlerimizin simgesi olarak bir kart hazırladık. Hocanın İspanyolcada "Profesor" olduğunu da eklemek istiyorum. Doktora yapıyor ama şimdiden Profesör diyoruz. Öğleden sonrasını dere kenarında piknik yaparak ve yüzerek geçirdik.

Günler evdeki kalabalıkla birlikte gırgır şamata içerisinde geçti. Cumartesi günü geldiğinde Salamanca’ya gitmeyi kafaya koymuştuk. Saat sabah 10 sularında iki araba çıktık yola. Salamanca; şehrin çeşitli yerlerine dağılmış fakülteleriyle koca bir yerleşke. Eskişehir gibi buranın öğrenci şehri de Salamanca. Eğitim dönemi başlamadığı için öğrenciler yok ama uzun süren festivali nedeniyle sokaklar müzikle dolu. Şehrin üniversitesinden sonra en önemli özelliği tek taştan yapılmış olması. Yanlış hatırlamıyorsam adı Villa Royal olan bu taş her türlü yapının inşasında kullanılmış. Bu nedenle bütün binalar tek renk. İşlemeler de çabası. Bir kilisenin girişinde onca gotik figürün yanında uzay boşluğunda süzülen bir astronot veya kafatası üzerinde etrafı izleyen bir kurbağa görebiliyorsunuz. Şans olarak düşünülen bu kurbağa şehrin de sembolü olmuş. Fotoğraflarda göreceksiniz ama nerede olduklarını söylemesem daha iyi olur. Sizin bulmanız daha önemli. Bir de dilbilimi fakültesinin tepesinde dil çıkaran kafayı da görebilirsiniz.

Şehrin simgesi; kuru kafa üzerindeki kurbağa
Gezerken İspanya iç savaşına ait belgelerin bulunduğu arşive denk geldik. 1936’dan 1939’a üç yıl süren ve sonunda Franko’ya karşı kaybedilen savaş. Daha fazla araştırmalı ve öğrenmeliyim. Size önerim birinci dünya savaşı sırasında hangi tarafta olduğumuzu en azından İngilizce olarak bilin. Yavuz ve Midilli’nin önceki adlarını hatırlayın. Bir de İstanbul’un fethini anlatırken inanmakta zorlanıyorum, anlattığım kişileri nasıl inandırayım. Kimsenin paranoyaklaşmasına gerek yok. Bize tarihimizi unutturmaya çalışan hiç kimse yok. Biz kendiliğimizden unutuyoruz. Fetih yıl dönümünde yapılan canlandırmalarla olacak iş değil bu. Önce fetih, sonra Çanakkale, birer birer unutulacaklar. Çanakkale’de ki anıtı bitirmeyelim diye elimize sarılan yok. Anıtın sadece kaidesini yapıp hurafeleri anlatmak için ziyarete açanlar, Hiroşima’yı her yıl kaç Japon’un ziyaret ettiğini öğrenmek hiç zor değil. Tarihi damarlarım kabardı. Sonuçta Franko da insandı ve öldü. Pedro Almodovar’ın "Carne Tremula" filminin sonunda da denildiği gibi artık insanlar korkmuyorlardı.

Fazla büyük olmayan Salamanca’yı bitirdiğimizi düşünerek yolumuzun üzerindeki Avila’ya doğru yola çıktık. Şansımıza Avila’da da ortaçağ festivali vardı. Belediye meydanında ortaçağ pazarı kurulmuştu. Sokaklar çeşitli kültürlere göre dekore edilmişti. Arap sokağında bir çok kebapçı vardı ama Türk sokağı diye bir yer yoktu. Kıyafetlerle, müzikle ve Avila’yı çevreleyen surlarla güzel bir festival olmuştu. Dar sokaklar ve kalabalık nedeniyle zor anlar yaşadık ama güzel bir günü noktalamak için bundan iyisi olamazdı.

Akşam eve geldiğimizde Fransızlar son geceleri olduğu için tekrar dışarı çıkmak istediler. Pazar günü yola çıkacak olmalarına rağmen geceyi dışarıda geçirdik. Oradan oraya sürüklenirken, sabah erkenden açılan bir kafede kahvaltımızı yaparak saat 10’da günü noktaladık. Cumartesi 10’da başlayan gün Pazar 10’da bitmiş oldu. 12’de yola çıkıp Fransa’ya nasıl gittiler. Pazartesi nasıl işe başladılar hiç sormadım.

Fotoğraflar Salamanca ve Avila albümlerinde. Bu şehirler hakkında daha fazla bilgi ve fotoğraf için 80gunde.com’un ilgili sayfalarına bakabilirsiniz.

1 Eylül 2010 Çarşamba

¿Puedes abrir la puerta?

*Kapıyı açabilir misin? Bu cümleyi neden yazdığımı bilmiyorum ama nedense çok farklı bir çağrışımı var bende. Artık İspanyolca konuşmak, yazmak istiyorum. Buraya geleli 2 ay oldu. Konuşulanların çoğunu anlıyorum ama konuşmaya gelince tıkanıyorum. Kelimeleri daha hızlı bulmak ve cümle kurabilmek için biraz daha zamana ihtiyacım var.

Bu haftanın geniş özeti: Uyudum. Bulabildiğim her fırsatta uyudum çünkü hastaydım. Ailemden uzakta geçirdiğim en büyük hastalık dönemiydi. Sırf aileden uzak olmak değildi mesele. Aynı zamanda çalışıyor ve İspanyolca dersi görüyor olmak yorucuydu. Ama atlattım. Şu an kaybettiğim kiloları saymazsak iyiyim. Kilo alınır verilir o sorun değil.

Derste Pedro Almodóvar’ın hayatını işledik. Artık filmlerini izleme zamanının geldiğini anladım. "La Mala Educación" (Kötü Eğitim) filmini başka bir filmle karıştırıyormuşum. Filmografisine sondan bir önceki filmi ile başlamış oldum. Daha sonra son filmi olan "Los Abrazos Rotos" (Kırık Kucaklaşmalar) filmini izledim. Lluis Homar iki filmde de rol alıyor. İki filmi izlememin arasında saatler olmasına rağmen neredeyse başka bir kişi olduğuna inandıracaktı. İki filmin konusunda da yönetmenler ve film içinde çekilen başka bir film var. Kesinlikle izlenmesi gereken filmler. Filmleri İngilizce altyazı ile izliyorum ama bazı yerlerde altyazıyı okumama gerek kalmıyor. İki dili de anlamak güzel bir duygu.

Bu hafta fazla bir şey yazamadım ama en azından iki eğlenceli video paylaşayım.

Que hora es? = Saat kaç?