9 Eylül 2010 Perşembe

Salamanca

30 Ağustos Zafer Bayramı ile başlayan hafta;

Birlikte yaşadığımız Fransız’ın arkadaşları bu haftayı burada geçirdi. Biri abisi 3 kişi. Tatil için geldiklerinden her gece dışarı çıktılar. Bazı geceler ben de eşlik ettim.

Salı günü İspanyolca kursumuzun son günüydü. Kurs sonrasında ne yapacağımı bilmediğimden biraz buruk bir gün oldu. Hocamıza teşekkürlerimizin simgesi olarak bir kart hazırladık. Hocanın İspanyolcada "Profesor" olduğunu da eklemek istiyorum. Doktora yapıyor ama şimdiden Profesör diyoruz. Öğleden sonrasını dere kenarında piknik yaparak ve yüzerek geçirdik.

Günler evdeki kalabalıkla birlikte gırgır şamata içerisinde geçti. Cumartesi günü geldiğinde Salamanca’ya gitmeyi kafaya koymuştuk. Saat sabah 10 sularında iki araba çıktık yola. Salamanca; şehrin çeşitli yerlerine dağılmış fakülteleriyle koca bir yerleşke. Eskişehir gibi buranın öğrenci şehri de Salamanca. Eğitim dönemi başlamadığı için öğrenciler yok ama uzun süren festivali nedeniyle sokaklar müzikle dolu. Şehrin üniversitesinden sonra en önemli özelliği tek taştan yapılmış olması. Yanlış hatırlamıyorsam adı Villa Royal olan bu taş her türlü yapının inşasında kullanılmış. Bu nedenle bütün binalar tek renk. İşlemeler de çabası. Bir kilisenin girişinde onca gotik figürün yanında uzay boşluğunda süzülen bir astronot veya kafatası üzerinde etrafı izleyen bir kurbağa görebiliyorsunuz. Şans olarak düşünülen bu kurbağa şehrin de sembolü olmuş. Fotoğraflarda göreceksiniz ama nerede olduklarını söylemesem daha iyi olur. Sizin bulmanız daha önemli. Bir de dilbilimi fakültesinin tepesinde dil çıkaran kafayı da görebilirsiniz.

Şehrin simgesi; kuru kafa üzerindeki kurbağa
Gezerken İspanya iç savaşına ait belgelerin bulunduğu arşive denk geldik. 1936’dan 1939’a üç yıl süren ve sonunda Franko’ya karşı kaybedilen savaş. Daha fazla araştırmalı ve öğrenmeliyim. Size önerim birinci dünya savaşı sırasında hangi tarafta olduğumuzu en azından İngilizce olarak bilin. Yavuz ve Midilli’nin önceki adlarını hatırlayın. Bir de İstanbul’un fethini anlatırken inanmakta zorlanıyorum, anlattığım kişileri nasıl inandırayım. Kimsenin paranoyaklaşmasına gerek yok. Bize tarihimizi unutturmaya çalışan hiç kimse yok. Biz kendiliğimizden unutuyoruz. Fetih yıl dönümünde yapılan canlandırmalarla olacak iş değil bu. Önce fetih, sonra Çanakkale, birer birer unutulacaklar. Çanakkale’de ki anıtı bitirmeyelim diye elimize sarılan yok. Anıtın sadece kaidesini yapıp hurafeleri anlatmak için ziyarete açanlar, Hiroşima’yı her yıl kaç Japon’un ziyaret ettiğini öğrenmek hiç zor değil. Tarihi damarlarım kabardı. Sonuçta Franko da insandı ve öldü. Pedro Almodovar’ın "Carne Tremula" filminin sonunda da denildiği gibi artık insanlar korkmuyorlardı.

Fazla büyük olmayan Salamanca’yı bitirdiğimizi düşünerek yolumuzun üzerindeki Avila’ya doğru yola çıktık. Şansımıza Avila’da da ortaçağ festivali vardı. Belediye meydanında ortaçağ pazarı kurulmuştu. Sokaklar çeşitli kültürlere göre dekore edilmişti. Arap sokağında bir çok kebapçı vardı ama Türk sokağı diye bir yer yoktu. Kıyafetlerle, müzikle ve Avila’yı çevreleyen surlarla güzel bir festival olmuştu. Dar sokaklar ve kalabalık nedeniyle zor anlar yaşadık ama güzel bir günü noktalamak için bundan iyisi olamazdı.

Akşam eve geldiğimizde Fransızlar son geceleri olduğu için tekrar dışarı çıkmak istediler. Pazar günü yola çıkacak olmalarına rağmen geceyi dışarıda geçirdik. Oradan oraya sürüklenirken, sabah erkenden açılan bir kafede kahvaltımızı yaparak saat 10’da günü noktaladık. Cumartesi 10’da başlayan gün Pazar 10’da bitmiş oldu. 12’de yola çıkıp Fransa’ya nasıl gittiler. Pazartesi nasıl işe başladılar hiç sormadım.

Fotoğraflar Salamanca ve Avila albümlerinde. Bu şehirler hakkında daha fazla bilgi ve fotoğraf için 80gunde.com’un ilgili sayfalarına bakabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder