16 Ekim 2010 Cumartesi

Plansız İtalya Avusturya -Bölüm 5-

Haftasonu Venedik üzerinden Milano’ya dönmeyi planlıyordum ve Graz Üniversitesi’nden bir grup (çoğunlukla Erasmus) öğrencinin Venedik’e günübirlik gezi yapacaklarını öğrendim. Ben de o kafileye katılıp otobüsle Venedik’e gittim. Turist rehberinden bahsediliyordu ama rehber otobüste birkaç yer anlattı ve bir harita verdi. Venedik’e vardığımızda bütün grup çil yavrusu gibi dağıldı. Yine tek başıma kalmıştım. Venedik’i ya ben kafamda çok büyütmüştüm ya da pazarlaması çok iyi yapılmış bir şehir. Bazen (tahminen gel gitlerde) sokakları bile sular altında kalan bir şehir. İyi ki turizm sezonunda gitmemişim çünkü bu zamanda bile akıl almaz bir kalabalık vardı. Hint ve Türk turistlerin çoğunlukta olduğunu düşünüyorum ya da algım özellikle onlara yönelmiş olabilir. Ayrıca Hintli bir grup film de çekiyordu. Hint film sektörü için büyük bütçeli bir yapım olmalı. Bilmeyenler için; Hint film sektörü yani Bollywood, küçük bütçeli örnek olarak tek bir kahvehanede gösterilen filmler gibi yapımlarla toplamda Hollywood bütçesini geçmektedir. Bu da bana PHP web sayfaları ile .NET sayfaların arasındaki ilişkiyi anımsatır. Konudan da böyle sapılır.

Şimdiye kadar milyonlarca kez gördüğünüz Venedik fotoğraflarından başka diyecek bir sözüm yok. Kanallar, helikopter kiralamaktan pahalı gondollar, yapışkan seyyar satıcılarıyla sulak şehir. Yankesicilere de dikkat etmek lazım. Kilise girişinde çantamı emanete bırakmamı söylediler. Emanet şaşırtıcı şekilde ücretsiz olmasına rağmen pek güvenim olmadığı için hızla gezip çantamı geri aldım. Her şeyin ücretli ve pahalı olduğu bir şehir notunu ekleyelim çünkü mesela bir kiliseye girdiniz, kilise içindeki ayrı bölümler için de ayrı ücretler isteyebiliyorlar. Son olarak, tur şirketinin tavsiye ettiği Gülen Kedi restoranının da antik zamanlardan beri kapalı gibi duran hali gözümün önünden gitmiyor. Tur şirketini müşteri memnuniyetsizliği adına yaptığı son hamleydi.

Gülen Kedi demişken "le chat qui rit" gibi bir yazımı vardı. İspanyolca ile Fransızca arasında ki benzerlik sayesinde bunu anlayabiliyordum. Hatta lavaş kiri diye bildiğimiz "la vache qui rit"in de gülen inek olduğunu bilirsiniz.

Artık eve gitme vakti gelmişti, önce tren biletimi aldım sonra tren saati gelene kadar istasyonun merdivenlerinde oturup kalabalığı seyrettim. O an güzeldi işte. İstasyon merdivenlerinde oturuyorsunuz, önünüzden büyük kanal akıyor, üzerinde Ferrovia adlı toplu taşıma vaporettoları geçiyor. Toplu taşıma şehrin turistlerinden ayrı yerli halkı da olduğunu hatırlatıyor. Şehirde araba kullanılacak sokak yok. Araba ve otobüsler için bol ücretli otopark adaları yapılmış. O adalardan merkeze geçmek de ayrı ücret.

Hani yanımda sevgilim olsa daha güzel gelir miydi şehir diye düşünüyorum ama hiç öyle romantizm yaşanacak bir yer değil. Kalabalıktan anca dar sokaklara kaçıp kurtuluyorsunuz, oralarda da dar sokaklar bunaltıyor. Fare labirentinde kıstırılmış gibi bir oraya bir buraya akıyor insanlar. Sadece ensesi kalınlar gondollarda sevgilileriyle birlikte. Bir de gondollar, küreklerden ziyade dar kanalların duvarlarından güç alan gondol kaptanlarının bacakları sayesinde yön buluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder