18 Ekim 2006 Çarşamba

Buradayım, Macaristan'da

Uçakla uzun bir süre deniz üzerinden uçtuk. Ege denizi olduğunu düşünmüştük ama sonradan öğrendiğimize göre Karadeniz üzerinden gelmişiz. Uçağımız Rolls Royce motoru kullanan bir Fokker70′ti ve otobüsten yapılmış gibi gözüküyordu. Uçak içinde teknolojiden eser yoktu. İlk uçak yolculuğum olmasına rağmen hiç korkmadım hatta zevk aldım ama hayatta pilot olmam.

Ferihegy havaalanına ulaştık. Pasaport işlemlerinden sonra bavulumuzu aldık ve dışarı çıktık. Havaalanında Euro’ları Forint’e çevirmek gerekiyormuş ve biz bunu bilmiyorduk. “Sonuçta Avrupa.” dedik ve Euro’nun geçeceğini düşündük. Bizi bir taksi şoförü karşıladı ve yeteri kadar İngilizce biliyordu. Uzun bir yolculuktan sonra bizi yurdumuzun önüne bıraktı. İngilizce bilmeyen bir kadının yardımıyla yurt kaydımızı yaptık. Odamıza yerleştikten sonra acıktığımızı düşündük. Bulduğumuz ilk bakkalda Euro gösterdik ve “No, no, no!” sesi eşliğinde bir kafa sallaması hareketi ile karşılaştık. Gelmeden önce civarda büyük bir market olduğunu öğrenmiştim, oradan bir şeyler alabileceğimizi düşündük ve bilinmeyene doğru yürümeye başladık. Yerini bilmiyorduk ama o gün doğru yönde yürümüşüz. Sadece yolun yarısına kadar gitmişiz. Yurda geri geldiğimizde bizim üniversiteden gelen kızlar oradaydı. Bir tanesi bize “Gyros” ısmarladı, bildiğimiz döner ama yaprak değil, küçük parçacıklar halinde. Bol soslu tavuk seçeneği vardı.

Karnımızı doyduktan sonra kızlarla muhabbete başladık. Anlattıklarına göre 23 Erasmus öğrencisinden 11′i Türk’müş yani Macarcası “Török”. Ayrıca burada “Török” lokantası çok var. İşletenler de Türk tabi. Bir sürü Türk olunca ve “Török” lokantasına gidince, insan Macaristan’da olduğunu unutabiliyor.

Yurdumuz harika. Türkiye’de bu kadar iyi bir yurt olabileceğini düşünmüyorum. Odamızda banyo, tuvalet ve mutfak var ayrıca yüksek hızlı internetimiz, bizi Türk televizyon dizilerinden ve ailemizden ayırmıyor. İkinci gece bir arkadaşın odasına yarasa girdi, fotoğraflarını gösteririm. Bir süre odanın içinde tur attıktan sonra pencereden geri çıktı.

Size yabancı öğrencileri tanıtayım. İlk Goedele’yı (Hudala) tanıdık, Belçika’dan geliyor. Sonra Kate (kendi seçtiği Türkçe adıyla Melek) ve Christopher Polonya’dan geliyorlar, iyi insanlar. Mathias var, Almanya’dan geliyor ama geçen dönem Erasmus’la gelmiş, çok beğenmiş ve bu sefer parayı basıp normal öğrenci olarak gelmiş. Alex, Güney Afrika’dan geliyor, Belçika’da yaşıyormuş, diller üzerine çalışıyor ve Macarca dâhil birçok dili biliyor, çok işimize yarıyor, ayrıca Afrika dediğime bakmayın sarı saçlı mavi gözlü bir insan. Thomas sonradan katıldı bize, biz küçük Emrah diyoruz kendisine. Hiç bir ulaşım aracına para harcamak istemiyor. Yürüyerek her yere gidiyor. Yiyemediğimiz yemekleri yiyor. Kısaca yolunu biliyor. Hannas var tabi Avusturyalı, rastalı saçları süper duruyor ama İngilizcesi kötü. Tabi bir de en son gelenler “Spanish guy and girl” çünkü isimlerini ezberleyemedik. Herkes şimdilik böyle diyor. Kızın adı Laura sanırım ve bölümü Ziraat Mühendisliği. Erkeğin adı çok garipti hatırlayamıyorum. Ama iyi insanlar. Kız neredeyse hiç İngilizce bilmiyor.

Türk grubunda da bizim üniversitenin İşletme bölümünden gelen 5 kız hariç 2 tane Uludağ’dan gelen İşletme ve İktisat öğrencisi var. Abant’tan 2 kişi daha bekliyoruz. Ayrıca ilk hafta Türkiye’den bir tane öğretim görevlisi geldi. Derslere geçelim bari değil mi? Hocalarla konuşup ders saatlerini ayarlıyoruz. Hocalarla konuşabilmemiz için onların bize zaman ayırması gerekiyor. Bu yüzden her gün koordinatörümüzün odasına gidip soruyoruz “Bir haber var mı?” diye. Şimdilik bir dersimizin kasımda başlayacağını biliyoruz. Bir dersimiz iki haftada bitti. Bir ders alıyoruz. Bir tanesi de haftaya başlayacak galiba. Ayrıca haftada 2 saat Macarca var. Kısaca şu anda haftalık ders saatimiz 4, sadece dört.

Ders işlemiyorlar, sürekli partilere gidiyorlar peki bunlar nasıl bizden daha ileride? Bu mu yani? Adamlar sürekli rahat. Aklıma geldi de başbakan yüzünden olaylar çıkmış galiba. Biz olayın tam içindeydik aslında. Sesleri duyabiliyorduk. Sadece geçtik ve trene bindik. Sonraki gün Budapeşte’ye gittiğimizde hiç bir olay yoktu. Sürekli Budapeşte’ye gidiyoruz, Gödöllö aynı köy gibi ama şehir.

Asıl olayı unuttum. Bunlar 50 yıl kadar önce komünistmiş. O nedenle evler müstakil ve tek katlı. Herkes eşit bir bakıma. Merkezde büyük apartmanlar görebiliyorsunuz ama çok eski binalar. İstanbul’da da benzerlerini görmüştüm. Komünizmde ulaşım esas olduğundan her yere ray döşemişler. O zamanlar ulaşım parasızmış. Şimdi sadece yaşlılara bedava. Onlar da sürekli dolaşıyormuş.

Gidiyorum, üstteki satırları 5 ay önce yazmıştım, artık ayrılık vakti geldi. İki ay yurtta kaldıktan sonra eve çıktım. Macar ev sahibimiz çok iyi bir insandı. Gözyaşları ile uğurladı bizi. Evimi terk ediyorum. Gezmediğim birkaç şehir kaldı. Macaristan dışına sadece Hırvatistan ve Bosna-Hersek’e çıkabildim. İspanyol çocuğun adı Hoakin Garcia Sanz’mış, yani artık hepsini tanıyorum. Devrimin 50. yıl dönümünü kutladılar bu sene. Kutlamalar güzel geçti. Devrim sırasında Macar bayrağının ortasındaki kızıl yıldız kesilmiş, o nedenle kutlamalar, sebebini uzun süre merak ettiğim delik bayrağın gölgesinde yapıldı. Deliğin sebebini bana anlatan Macar profesörün “O zamanların komünist liderleri, şimdi kapitalin sahibi.” sözlerini unutamıyorum.

Bizi fabrika ve müze gezilerine götüren hocalarımıza, bizden yardımını esirgemeyen, bizi çocuklarından ayırt etmeyen koordinatörümüz Szuanna Tarr’a, ev arkadaşlarımı ve beni, şehir dışındaki oğlu yerine koyan ev sahibimize, beni gezilerde, partilerde, derslerde yalnız bırakmayan arkadaşlarıma binlerce kez teşekkür ediyorum. Arkadaşının “Türkler sürü halinde yaşıyor, sürekli kavga ediyorlar.” sözlerine karşılık bizi “Topluluk halinde yaşamanız çok güzel, bu nedenle sizden paylaşmayı öğrendim.” şeklinde savunan Thomas’a bir kez daha teşekkür ederim. Onlar sayesinde değiştiğimi, farklı bakış açıları kazandığımı hissediyorum.

Üç ay süren kiracılık maceram beni artık yarı Macar yaptı diye düşünüyorum. Yıllarca anlatacağım hatıralarım var artık ve ne zaman bahsetsem Macaristan’dan, hep “Bizim evde” ya da “Bizim okulda” diye başlayacağım.

Buradayım, Türkiye’de. Macaristan’ı, Türkiye’yi özlediğimden daha çabuk özledim çünkü bir daha göremeyeceğimi düşünüyorum, görsem de 5 ay gibi uzun bir süre kalamayacağım oralarda. Şu garip gerçekle son noktayı koymak istiyorum. Oralarda değişik insanların, değişik zevklerine tanık olmak, beni hayata bağladı. Hayattan daha çok zevk almaya başladım.