12 Mart 2009 Perşembe

4 Gün 3 Şehir

Yazmakta geç kalınmış yaşanmış komik olaylar silsilesi. Maceramız Budapeşte’nin şirin bir kasabası olan Gödöllö’de başlıyor.

Gödöllö, Erasmus kapsamında gittiğim üniversitenin bulunduğu kasaba. Bu kasabanın en güzel yanı, Macaristan’ın en güzel ve en büyük şehri ve başkenti olan Budapeşte’ye yakın olması. Günlerimiz Budapeşte’de geçiyor. Budapeşte’nin aslında üç ayrı şehirden oluştuğu bilgisini verelim. Bu şehirlerin adları Buda, Obuda (eski Buda) ve Peşte. Bizim Asya ya da Avrupa dememiz gibi onlar Buda ya da Peşte tarafı diyorlar. Yeterli miktarda harita eskittikten sonra her türlü caddesini, sokağını, otobüsünü ezberlemiş olduk. Tamam konudan çıkmayalım. Başlıktaki 3 Şehir arasında Budapeşte yok.

2006 yılının bitimine bir kaç gün kala soğuk bir günün erken saatleri. Az miktarda eşya ile çıktık yola. Sağdan sayınca 7 kişiyiz. Uyruğu T.C. olan 4 bay 3 bayan. Erasmus ile gelen diğer yabancı öğrenciler Avrupa içerisinde çok rahat gezebildikleri için istedikleri yerlere gittiler. Biz elimizde bulunan az seçenekten en iyisini seçtik.

Trenle Budapeşte’ye geldik. Sonra uluslararası tren istasyonundan bizi maceramıza başlatacak olan trene bindik. Önce kondüktör geldi, sonra lokomotif değişimi sırasında gümrük memurları geldi. Boyunlarına asılı küçük masalarında veresiye defteri kılıklı pasaportlarımıza küçük tren simgeleri damgaladılar. Kondüktörle hemen muhabbeti kurduk ve bir kaç Macarca kelime söyleyince çok hoşuna gitti. Tren yolculuğumuz bittiğinde günün ortalarında Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’e gelmiştik ve işte Zagreb ilk şehrimiz.

Avrupa’da tren istasyonu medeniyetin simgesi, şehirlerin merkezi. Tam şehrin merkezinde geniş ve çok güzel bir meydana indik. Önemli not daima paranızı o ülkenin parasına çevirin. Havaalanı, tren istasyonu ve otobüs terminalleri paranızı çevirmek için en kötü yerler ama elinizde kimsenin istemediği Euro’larla sokaklarda aç kalmak var. Yaşadım biliyorum. Hemen Eurolar oldu Kuna…

İstasyonda turistler için dağıtılan haritalardan aldık. Aklıma gelmişken Macaristan’da “Magyar vagyok nem turista” tşörtlerini “Török vagyok nem turista (Turist değil Türküm)” şeklinde değiştirmeği düşünmüştük. Gelelim haritalara, bu turist haritaları çok güzel oluyor. Üzerinde 2 rota çizilmiş, yürüyüş ile ne kadar sürecekleri belirli, hangisinde hangi eserleri göreceğiniz belirli.

Çok büyük şehirler olmadıkları için yürüyerek önemli yerleri gezebiliyorsunuz. İkisine de süremiz yetmeyeceği için birini seçtik. Haritada çizgilerle gösterilmesine ek olarak bazı köşelerde “Kırmızı hattı takip edenler buradan!” gibi işaretler vardı. Çok güzel bir şekilde gördüğümüz her şeye hayran kalarak gezimizi tamamladık. Arta kalan zamanda rota dışına çıkıp kaybolmaya da çalıştık ama üstün harita sezgilerim sayesinde bu şehir de bize dar gelir olmuştu. Okka burunlu insanların ülkesi Hırvatistan’da dönerlerin için beyaz peynir koyup satıyorlar. Dönerci çok kalabalıktı biz de gittik pizza yedik. Domuz eti derdine her yerde vejeteryan pizza yer olmuştuk. Şu ana kadar yediğim en ucuz pizzalar oradaydı.

Gün bitmişti artık başımızı sokacak bir yerler bulmalıydık. Tren istasyonlarında uyuyan gençlerden değildik, bir hafta öncesinden internetten yerimizi ayarlamış hatta parasını bile yatırmıştık. Kalacağımız hosteli bulmak çok kolay oldu. “Bilmemne tramway durağında inin ve sarı ayakları takip edin.” cümlesi tümüyle yeterli oldu. Durakta indiğimizde yere yapıştırılmış sarı ayak izlerini gördük. Onları takip ederek hostelimize ulaştık. Bizi bekledikleri için her şey hazırlanmıştı.

Anahtarlarımızı aldık kızlar bir odaya yerleşti, erkekler bir odaya yerleştik. Ne ara uyuyup uyandım hatırlamam. Yorgunluk, ölüm uykusuna yatırıyor insanı. Uyandığımız hüsranla karşılaştık. Açık menü olarak düşlediğimiz kahvaltı soğuk sandviç ve acı kahveden başka bir şey değildi. Böyle yerler Avrupa genelinde gecelik kişi başı yaklaşık 10 Euro, tek farkları sabah kahvaltısı. Şansımıza böyle bir kahvaltı denk gelmişti ve kendi aramızda Türkçe söylenirken, Arnavut kökenli bir Hırvat vatandaşı söylediklerimizi anladı. Az da olsa Türkçe biliyordu. Dünyanın her yerinde bir Türk olmadı Türkçe konuşan biri kesinlikle bulursunuz. Konudan çok çıkıyorum ama bunu da söylemek istiyorum. Macaristan’da parasını ödeyip yabancı öğrenci olarak okuyan bir arkadaşımız. İlk zamanlarda yeni yeni ingilizce öğrenirken ve yabancı bir ülkeye alışmaya çalışıp yalnızlık çekerken. Yolda, telefonda Türkçe konuşan bir bayanı duyuyor ve konuşabileceği birisi olduğu için “Pardon, siz Türk müsünüz?” diye soruyor. Telefonla konuşan bayan bir an durup arkasını dönüyor ve “Ne alakası var ben Kürdüm.” diyor.

Tamam geri dönelim. Kahvaltımızı yaptık hazırlıklarımızı tamamladık ve maceramız kaldığı yerden devam etmeliydi. Sırada ki durak neresiydi? Planlarımız buraya kadardı. Zagreb ikinci gün bitecek ve geri dönülecekti ama ters giden bir şey vardı. Biz Zagreb’i ilk gün bitirmiştik. Abartıyorum tabi ki. Gezilmemiş görülmemiş yerler vardı ama buraya kadar gelmişiz bir Bosna Hersek’e gitmeden olmaz dedik. Hemen otobüs terminaline gittik. Bu arada grubumuz bir kayıp verdi. Bir kaç tane peynirli döner alıp Budapeşte’ye geri döndü.

Biz 4 bay 2 bayan kalmıştık. Otobüs firmalarından bir tanesi Saraybosna’ya yerinin olduğunu söyledi. İki kişi bilet aldı ve bir anda yerim kalmadı dedi ve veznesini kapattı. Böyle bir şeyin olabileceği ihtimal dahilinde değildi. Hemen diğer firmalara sormaya başladık. En kötü ihtimal farklı otobüslerle gideriz orada buluşuruz dedik. Başka bir firmadan 4 kişilik aldık. Biletler farklı firmalara aitti ama aynı saatte kalkacaktı otobüsler. Keşke birlikte gitseydik böyle garip olacak gibi üzüntülerin ardından kalkış vakti geldi. Ortalıkta sadece bir otobüs vardı. Biletleri gösterdiğimizde aynı otobüs olduğunu söylediler. Aslında tek bir otobüsten parsellenmiş değişik yerleri satıyorlardı firmalar. Bunu o an öğrenmiştik. Avrupa genelinde bu uygulama mevcutmuş. Biz tabi çok güldük ve çok sevindik. Bagajın ücretli olduğunu da ekleyeyim.

Hava kararırken biz Bosna Hersek sınırına ulaşmıştık. Gümrük memurları otobüse bindi. Bosna Hersek bizi sever Hırvatistan’dan daha rahat gireriz gibi hislerle bir rahatlık vardı üzerimizde. Herkes kartvizit kıvamında Avrupa vatandaşı kimliklerini gösterirken biz yine veresiye defterlerini çıkarttık. Otobüsün sonuna geldiğinde elinde 6 defter olmuştu. Sadece biz türklerin pasaportlrıydı bunlar. Diğerlerine şöyle bir bakmaları yetmişti. Dokunma ihtiyacı bile duymamışlardı. Bizimkiler ise kontrole gitti. Şoföre sağ çekmesi söylendi. O sırada inin siz deseler yapacağımız hiçbir şey yok.

En komiği de aramızdaki bayanlardan birinin babası THY emeklisi olduğu için yeşil pasaportu vardı. Gümrük memurunun tepkisi “Seninki neden yeşil?” şeklinde olmuştu. “Babam, bürokrat gibi bir şey.” diyebildi, o kadar övünülen, vizesiz geçiş sağlayan, dünyaların lideri, muhteşem, yeşil pasaportu açıklayabilmek için. Adam nereden bilsin 3. dünya ülkelerinden birinde yeşil bir pasaport var alanların ensesi daha kalın oluyor. Zor tabi.

Heyecanlı dakikaların ardından otobüs hareket etmeye başladı. Hemen fırladım bizim pasaportlar ne oldu diye. Şoföre vermişler, hemen aldım ve dağıttım. Umarım geri dönüşümüzde bir sorun çıkmaz dedik ve plansız gittiğimiz Saraybosna’da nerede kalacağımızı düşünerek maceramıza devam ettik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder