25 Temmuz 2010 Pazar

Varış sonrası eğitimi

19 Temmuz günü başlayan hafta;

Pazar akşamı Lorca’da karşılamalarını beklerken şehri gezeyim dedim. Türk lokantası görünce Türkçe muhabbet isteğiyle daldım içeri. Tuncelili iki kişi ve bir İspanyol çalışıyordu. Bir aydan sonra ilk kez güzel bir çay içtim. Sonra dayadılar döneri. Yol için hazırladığım sandviçleri yediğim için aç değildim ama hasretle saldırdım dönere. Yemekten sonra iyi gibiydim ama gece kalacağımız yere gittiğimizde sandviç ve meyve ikram ettiler. Bir tane elma yiyeyim dedim. Son noktayı koymuş oldum. Bir aydır küçülme sürecine girmiş midem pes etti ve her şeyi geldiği yere göndermeye kadar verdi. Üçüncü kusma turundan sonra “Help, help” diye bağırmaya başladım çünkü tansiyonumun düştüğünü ve tehlikeli olabileceğini düşündüm. Ayakyolunda yatarken kızlardan biri yardımıma koştu. Organizasyonu düzenleyenlerden birini bulmak için her odadan en az bir kişiyi uyandırdı. Sorumlu kişiler gelince diğerlerine teşekkür ettim. Sonra doktoru aradılar ve limonlu su içmemi, devam ederse gelmemi söyledi doktor. Dördüncü turdan sonra sadece su kusar oldum ve artık tümüyle temizlendiğimi hissediyordum. Bir süre dışarıda açık havada uyuduktan sonra içeride pencere önüne yere battaniye serdik ve orada uyudum. Sabah olduğunda beni gören ne yapıyor burada diye bakıyordu. Aldırmadım uyumaya devam ettim.

Böylece ilk gün etkinliklerinin yarısını kaçırmış oldum hatta kısa skeçler yazıp filme çekmişler. Onu da kaçırmış oldum. Hareket edecek enerjim yoktu ama etkinliklere azar azar katılmaya çalıştım. Ekipten bahsedeyim; daha önce de söylediğim gibi Avrupa gönüllülerini toplamda 4 defa bu şekilde bir araya getirip hem kaynaşmalarını sağlıyorlar hem de eğitim veriyorlar. Avrupa içi ve dışı çeşitli ülkelerden toplam 36 kişi, bunların 30’u bayan 6’sı erkek. Erkekler 6 yataklı tek bir odada ikamet ediyor. Çoğunluk İspanyolca biliyor ve eğitimler genelde İspanyolca. Rusya’dan Arjantin’e o çeşitliliğin arasında tek Türk bendim.

Günler dolu dolu geçti. Salı günü neredeyse toparlanmış hatta akşamı yemek yemeye başlamıştım. Bu eğitim tekniğini çok seviyorum. Eğitim olduğunu anlamadan öğreniyorsunuz ve çevrenizdeki insanlarla kaynaşıyorsunuz. Kalabalık bir grup Alman vardı. Diğerlerinden daha fazla Türk gördükleri için kendimi onlara daha yakın hissediyordum ama aralarından sadece birinin Türk arkadaşı olmuş. Diğerlerinin hiç iyi düşünceleri yoktu. İlk kez eğitimli ve görgülü bir Türk gördüklerini ve ilk kez bir Türk’ü sevdiklerini söyleyenler oldu. Bunu sağlamak için özel bir şey yapmadım. Ayrıca yardımıma koşan kişi Almanlardan bir kızdı.

Çarşamba Augilas’a gittik. Augilas Akdeniz kıyısında, güzel bir kalesi olan tatil kasabası. Akdeniz’e girmek bile insanı evine yakın hissettiriyor. Derelerde yüzmekten deniz suyunun tuzunu unutmuşum. Denizden önce tren istasyonuna biletimi değiştirmeye gittik. Bilgisayarda sorun olduğundan telefonla denediler yine olmadı. Akşam netten kendim değiştirdim. Hafta sonu Granada’ya gitme düşüncesiyle bileti Pazar’a almıştım ama kendimi her ne kadar iyi hissetsem de kusma olayı yüzünden eve gitmek istiyordum. Diğer taraftan Granada’da Alhambra sarayını gezmek için önceden randevu almak gerekiyormuş. Sonuç olarak biletimi Cuma gününe değiştirdim. Aguilas’da plaj sonrası biraz şehri gezdikten sonra orada bir lokantada topluca yemek yedik. Her şeyi organizasyon karşılıyor tabi. Yemekler güzeldi, akşam Augilas daha bi güzeldi. Gece pansiyonumuza geri geldik. Perşembe akşamı ayrılış partisi düzenledik. Eğitmenler eğitimler sırasında çektikleri fotoğraflarla slayt hazırlamışlardı İspanyolca argo sözler eşliğinde onları izledik. Çok eğlenceliydi ama sonuna geldiğimiz için hüzün de vardı. Topladığımız parayla eğitmenler için hediye aldık ve pansiyonun içinde bir yerlere sakladık. Etrafa değişik dillerde ipuçları ve sözlükler koyduk. İpuçlarından bir tanesi “yemek kurbanını kurtar” şeklindeydi. Son olarak ben de bir sürpriz yapayım dedim ve liseden bu yana dilimde olan Desperado’nun El Mariachi şarkısını söyledim. Videoya aldıklarını söylediler elime geçerse yayınlarım.

Cuma uzun bir yolculuk ve hüzünlü vedalaşmaların ardından evime ulaştım. Lorca’daki Türk lokantasına tekrar uğrayacağımı söylemiştim ama fırsatım olmadı. Zaten döneri de burnumdan geldi. Madrid’de otobüs biletini alayım, otobüsü beklerken otogar yanındaki alışveriş merkezine giderim diye düşünüyordum. Zamlanmış bileti 10,01 euro’ya aldıktan sonra 2 dakika sonra kalkacağını fark ettim ve Madrid’de vakit geçiremeden eve geldim. Belki de daha iyi oldu çünkü yorgunluktan ölüyordum. İspanya’nın kuzey ucuna gitmek için devam edenler oldu. Bir uçtan diğer uca zor valla.

Cumartesi yalnız ve sakin evimin tadını çıkardım. Ofiste nete girdim. Murcia öncesi, ben yokken bozulmasınlar diye dolaptaki yiyeceklerimi bitirmiştim. O nedenle yiyecek hiçbir şey yoktu. Alışverişe gittim. Bugün ise Pazar ve şu an sıcaktan dışarı çıkasım gelmiyor. İlerleyen saatlerde belki yüzmeye olmadı koşmaya giderim.

18 Temmuz 2010 Pazar

Workshop'lar ve forum bitiyor

12 Temmuz 2010 günü başlayan haftanın geç de olsa özeti;

11 Temmuz günü 2010 Dünya Kupası’nın final maçının günüydü. İspanya ilk kez dünya şampiyonu oldu. Gece herkes sokaktaydı. Gençler meydandaki süs havuzunu doldurmuşlardı ve etrafa su sıçratıyorlardı. Pazartesi bayraklar pencerelerde gururla salınıyor, formalar sırtlarda. “Seçilmişler” Madrid’e gelmiş, oyuncak ahtapotla halkı selamlıyorlar. Seçilmişler dememin sebebi burada milli takım demektense daha çok seçilmişler veya kızıl demeyi tercih ediyorlar. Bugün ayrıca ikinci workshop günümüz. Önceki workshop’ın verdiği tecrübe ile bunu kolaylıkla atlattık.

Salı günü, bir grup Amerikalı gencin dere kenarında çöp topladıkları haberini aldık. Ofisimize ziyarete geldiler. Yirmiden fazla liseli genç bir aylığına İspanya’ya gelmiş gezip, çevre ile ilgili etkinliklerde bulunuyorlar. Başlarında Amerikalı ve İspanyol gözetmenleri var ve İspanyol ailelerin yanında kalıyorlar. 1’er 2’şer dağıtılmışlar.

Cuaves, Arenas’a yakın, güzel evleri olan tarihi bir kasaba. Salı günü Cuaves arenasında boğa güreşi olduğunu öğrendik. Boğa güreşinin olduğu gün boğaları arenaya getirmek için boğa koşusu yapılıyor. Biz boğa güreşini görmek istemediğimiz için koşuyu da istemli olarak kaçırdık ama akşam güreş sonrası etkinliklerine gittik. Kasaba meydanına konser için sahne kuruldu ve ara sokaklarda da küçük partiler devam ediyordu. Evler çok hoşuma gitti. İnsanlar çok sıcakkanlıydı. Geceyi 4’te bitirdik ve sabah erken kalkıp pazarda broşür dağıtmak için yerimizi almamız gerekiyor.

Çarşamba, arenanın yanında saat 3’te biten bir pazar kuruluyor. Daha çok giyim ürünlerinin satıldığı bir pazar. Belediyede çalıştığımız için izin alması zor olmadı ama yerleşirken az sağa az sola bayağı bir uğraştırdılar. Perşembe günü halka açık forum yapıp workshop’larda alınan kararları tartışmaya açacağız. Bu nedenle pazarda broşür dağıtmanın mantıklı olduğunu düşündük. Ben daha çok “Merhaba, iyi günler.” diyerek broşürü uzatıyordum. Bir şey soran olursa diğerlerine yönlendiriyordum. Bir süre sonra İspanyolca hocamız geldi ve bizi pazardan aldı. O kadar İspanyolca konuşma arasında kimse günü pazarda geçireceğimizi söylememiş hocaya. Akşam biraz ter atmak için yine göl kenarında koşuya gittim.

Perşembe forum günü. Artık yeteri kadar tecrübeli olduğumuz için kolaylıkla atlattık. Bugün ilk kez İspanyol berber tecrübem oldu. Bayan kuaförüyle berber aynı yer. Erkekler için ayrı bir mekan yok. Önce gittim 1 saat sonrası için randevu aldım. Sonra gerekli kelimelere bakarak alıştırma yaptım. Sonuçta özel bir şey olmayacaktı kısa olmasını isteyecektim ve anlaşamazsak bir fotoğrafımı gösterecektim. Sonucu beğendim hatta standart berber muhabbeti bile yaptık. “Borcumuz ne kadar hacı?” diye sormaz olaydım. 8,5 euro’yu paşa paşa verdim. Hemen Türkiye’de ki fiyatla karşılaştıran beynim bu paraya makine almanın daha karlı olduğu kararına vardı. Akşam Amerikalıların ayrılış partisi yapacağını ve yemek de olacağını öğrendik. Amerikan partisine katılma isteğiyle havuza gittiğimizde aslında bakıcı ailelerle yemek yediklerini gördük. Biz de yemeğe katıldık ama beklediğimiz bu değildi. Sonrasında bara gittik. En son masamız o kadar beynelmileldi ki dünyanın her tarafından biri var gibiydi; 3 İspanyol, 2 Fransız, 1 Fin, 1’i yarı Meksikalı 3 Amerikalı ve 1 Türk. Tuhaf olan ise her kes İspanyolca konuşabiliyordu. Bu hafta bir de Polonyalı gelmişti. Geceyi 6’da bitirdim. Diğerleri kaçta bitirdi bilmiyorum.

Cuma günü NIE numaramın olduğu yeni İspanyol kimliğimi almak Avila’ya gittim. Laura’nın arabasıyla gittik. Arabayı şehir dışında park yürüyerek karakolu bulduk. Laura trenle başka bir şehre arkadaşını görmeye gitti. Ben Arenas’a giden otobüsü kaçırmamak için Avila’da gezemeden istasyona gittim. Eve geldiğimde internete girmek için ofise gittim. Bir süre sonra biri adımı bağırmaya başladı. Laura ofise gelmişti. Trenle gittiği yerde otobüse binmesi gerekiyormuş ve otobüs dolu demişler. O da trenle geri gelip arabasıyla Arenas’a geri dönmüş. O sıcakta o kadar yol. Arenas Avila arası günde 2 otobüs var ve 1,5 saat sürüyor.

Cumartesi Beatris’in arkadaşı Guatemalalı Daniel geldi. Onunla gezdik, Guatemala İspanyolcasında ki farklılıkları konuştuk. Kertenkele yakaladık. Biyolojist olduğu için böyle şeylere meraklı. Dere kenarında yılan aradık. Daha önce derede yüzerken yılan görmüştüm. Oraya gittik ama bir şey bulamadık. Akşam Laura “peynir tabağı” adında bir Fransız yemeği yaptı. Fırında peynir ve patatesle yapılan yemek güzeldi ve ondan daha güzeli ilk kez hep birlikte aynı masada yemek yedik. Pazar Murcia’da eğitime gitmek için yola çıkıyorum. Rota; 9 otobüsüyle Madrid’e, 12:45 treniyle Murcia sonra tekrar trenle Lorca.

11 Temmuz 2010 Pazar

5 Temmuz 2010 tarihinde başlayan hafta

Pazartesi, ev sahibi ofise geldi. Daha kalın ve uzun bir yatağa ihtiyacım olduğunu söyledik. Çarşamba getireceklerini söyledi. Salı, workshop hazırlıklarıyla geçti. Radio Tietar’da tanıtım yaptık ama tabi ki hiç konuşmadım. Çarşamba İspanyolca derslerine başladık. Akşamında maç vardı ve hiç tekrar yapamadım. İspanya finale gidiyor. Fotoğraflar ve videolar var. Perşembe ilk workshop’ımızı yaptık. Benim görevim arada yenilecek şeyleri hazırlamak ve fotoğraf çekmekti. Verdiğimiz hizmetten memnun kaldılar. Hatta Cuma günü katılımcılardan biri çok memnun kaldığını belirterek, bize yumurta hediye etti. Yine ders tekrarı yapamamıştım ama bu sefer hoca gelmedi. Dersleri salıdan perşembeye haftada üç gün ikişer saat olarak planlamıştık ama ilk hafta geç başladığımız için Cuma da ders işleriz demiştik. Arada kaynadı galiba. Ofiste 4 kişiyiz ama bir sürü dil konuşuluyor; Fransızca, İspanyolca, İngilizce, Türkçe. Workshoplardan birinde özel araç kullanımı yerine dolmuş kullanmalıyız yazılmış. “DOLMUS” yazısını görünce şok oldum. Kimse anlamadı tabi. Ben anlattım. Kimin yazdığını bulmak boynumun borcu oldu. Casa de la Cultura’da çalışan Alman Max var, o biraz Türkçe biliyor. Ona sormam lazım.

Perşembe günü workshop sonrası gece 23’de hadi nehre gidelim, gece nasıl oluyor görelim dediler. “Por que no?” (Neden olmasın?) benim cümlem. Eğer “porque” şeklinde birleşik yazarsanız “çünkü” anlamına geliyor ya da tam tersi. Telefona ihtiyacım yok diyerek evde bıraktım. Gittiğimizde zifiri karanlıktı. Cep telefonu ışıklarıyla yolumuzu bulduk. Bir süre yıldızlar altında oturduk. Kimse suya girmeye cesaret edemedi. Telefonumun flaşının fener olarak kullanılabildiğini ama en çok lazım olacak zamanda evde bıraktığımı belirtmeme gerek yok diye düşünüyorum. Gece eve geldiğimizde yeni yatağımı poşetinden çıkardım ve bir yıl kahrımı çekecek olan yatağıma ilk kez yattım.

İki, üç günde bir yüzmeye gidiyoruz. Yeni havuzlar öğreniyoruz. Genel olarak dere üzerine kurulan setlerden oluşuyor. Bugün cumartesi ve yine gideceğiz.

Erasmus sayesinde gittiğim Macaristan’da tanıştığım arkadaşım, İspanyol Joaquin de buraya 2 saat mesafede oturuyormuş. Bu hafta sonu geleceğini söyledi ama eşi hastalandığı için vazgeçti.

Gün geçtikçe daha çok alışıyorum. Konuşulanlara biraz daha aşinayım artık ama yine de cevap vermeye çekiniyorum çünkü yanlış anlamış olabilirim diye düşünüyorum. Claire dönmeyeceğini, dönse de eşyaları için döneceğini bildirdi. Beatriz de 2 ay sonra gidiyor. Laura ve ben kalacağız. Misafirlere daima kapımız açık.

Workshop için malzeme almaya kırtasiyeye gittiğimizde İngilizce bir roman gördüm ve bir şeyler okuma isteğiyle kitabın içeriğini bilmeden hemen aldım. 6.99 £’luk fiyatını 10 euro’ya çevirdiler. Kapak üzerinde “Best-seller The Vendetta’nin yazarından” ibaresi vardı. Cahilliğime verin, “V for Vendetta” filmine konu alan kitabın yazarı sandım kendisini. Tabi ki Vendetta adında başka kitaplar olabilir ama hepsi de çok satan olacak değil ya. Sonuçta şimdiye kadar okuduğum kitaplara göre çok farklı bir kitap almış oldum. Yarış atı yetiştiren bir ailenin Portekiz tatili ile başlayan, hayatından bir kesit şeklinde şu an. Sakin bir şekilde ilerliyor. Hatta kitap, bir serinin devamıymış ama “geçen kış yaşadığı olaylardan sonra” cümlesinden başka hiçbir yerde önceki kitaplara dair bir şey görmedim. Kısaca güneşlenirken vakit geçirecek bir kitap okumak güzel oluyor. İngiliz İngilizcesinde kullanılan kelimeleri de yakalamak güzel oluyor, “cravat” ve “chauffeur” bunlardan bazıları.

Dağa tırmanmak için bot alacağım. Zamanında bu biçimsiz spor ayakkabıları kim alıyor ki hala satıyorlar diye dalga geçtiğim spor ayakkabılardan herkeste var çünkü doğa yürüyüşünde onlardan iyisi yok.

Artık blog tarzını değiştiriyorum çünkü her gün ne yaptığım ortada. Zamanla blog kendine ait bir tarz bulacaktır ümidindeyim. Bunun yanında evde hala net yok. Bütün kasabayı saran bir wireless ağ var ama bizim evde çekmiyor. Bu ağı kuran şirket neden verimli çalışmadığını anlatmış ama belediyede kimse anlamamış. O nedenle bir de bana anlatacaklar.

Bu haftanın planında 1 workshop, 1 forum, 1 Avila (yeni kimliğimi almak için) ve 1 de Murcia’ya yolculuk var. Tren biletlerini aldık. Madrid’ten gidiş dönüş 75 euro tuttu. Akdenize yakın tatil kasabası. Varış sonrası eğitimi için gidiyorum. Cuma eğitim bittikten sonra Granada’ya geçmeyi planlıyorum.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Üçüncü haftanın sonuna yaklaşırken

Sabah yağmur tıkırtısıyla ve gök gürlemesiyle uyandım. Bu yağmurda yürüyüşe gidilmez. Koşu umurumda değil zaten. Fotoğraflar da güzel çıkmayacak ama olsun gidip bakayım belki arabalar çekilmiştir. İstediğim açıda sadece 2 araba vardı ama fotomontajla halledebileceğimi düşünüyorum. Biraz da güneş ışığı eklemek lazım yoksa araba olmadığında böyle kasvetli, hayalet kasaba gibi oluyor anlamı çıkabilir. En büyük derdim bu. Hayat ne kadar güzel. Tim Burton yapımı Alice’i izledim. Tim Burton sitilinde hafif bir yumuşama sezdim ama film güzel. Öğleden sonra, hava biraz daha sıcaklığını azaltınca göl kenarında yürüyüşe oradan da doğal havuza gittik. Doğal havuz dedikleri, dere yatağına çekilen set sonucu oluşturulan bir havuz ama hiç doğallığı kalmamış. Yine de yüzmek ve güneşlenmek için güzel bir yer. Akşam da Paraguay maçı vardı. Paraguay’ın savunması güçlüydü ama saldırı olmayınca anlamsız oluyor. İki taraf da birer penaltı kaçırdı. İspanya karambole bir gol attı. İspanyolların arasında kırmızı tişörtümle onlarla aynı heyecanı paylaşmak hoşuma gitti. Sıradaki maçı bekliyoruz. Bir de İstanbul’daki Dünya Basketbol Şampiyonasını buradan izlemek güzel olacak.

2 Temmuz 2010 Cuma

Koşu

2 Temmuz 2010, üçüncü haftamın son iş günü. Öncelikle vazgeçilmez siestanın ardından ne zamandır aklımda olan göl kenarı koşusunu sıcağa rağmen uygulamaya karar verdim. Göl çevresi tahmini mesafe 2 km ve çeşitli noktalarda jimnastik aletleri var. İki tur sonucunda kendimi adeta yeniden doğmuş gibi hissettim. Evde banyodan sonra açılan iştahımla bir şeyler yemeye başladım. Kızlar Chicano'ya gitmişti. Onların yanına gidip bir kaç bira ve sandviçten sonra bu beden en azından haftada bir bunu yaşamayı hak ediyor dedim. Şimdilik haftada bir yapayım da elimden geldiğince arttırmaya çalışırım. Yarın, nehir kenarında yürüyüş ve şehirde koşu var ama benim iş gereği şehrin arabasız bir kaç fotoğrafını çekmem gerekiyor. Koşuya katılmayacağım kesin. Yürüyüşü isterim ama o saatlerde koşu için etrafta araba olmayacak. Arada kaldım ama iş önce gelir. Neden arabasız fotoğraf merakı başladığını açıklayayım. Şehirde araba kullanımını azaltıp yürümeyi arttırmaya çalışıyoruz. Ben de iki resim hazırlayacağım biri şehrin arabayla dolmuş hali, diğeri arabasız. Kasaba dediğim yere şimdi şehir demeye başladım. Aslında burası bir şehir. Ben ikisini de diyorum aldırmayın. Arabasız halini fotomontajla yapmayı düşünüyordum. Koşu için park alanlarının boşaltılacağı uyarısını gördüm. O nedenle o vakitler benim için önemli.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Yeni bir ay

1 Temmuz 2010, Arenas'da yeni bir ay. Bugün hava güzel olursa dereye yüzmeye gidelim dedik ama sabah yağmur yağıyordu. Öğleden sonra hava açtı ve hemen yola koyulduk. Öğlen yemeklerimiz yanımızda dereye vardık. Yağmur yüzünden kimse gelmemişti. Sadece biz vardık. Standart yüzme, güneşlenme ve İspanyolca çalışmalarından sonra geri geldik. İspanyolca hocası hala bulunamadığı, bulunan da belediye meclisi tarafından beğenilmediği için hala hocamız yok. Ben de sürekli bir şeyler öğretme mevzusundan sıkılmış gibiyim. Çünkü bu laf arasında öğretilen şeyleri yazmadan olmuyor. Hadi yazdık diyelim (sürekli yanımda kâğıt kalem var) yine de bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyorum. Tamam, düzensiz fiilleri ezberlemeye başladım ama nerede kullanacağım nasıl kullanacağım bilmiyorum. Sanki her an sözlü sınav oluyormuşum gibi hissetmeye başladım. Acilinden dersler başlasa iyi olacak ama 18 Temmuz'da Murcia'ya varış sonrası eğitimine gidiyorum. Daha önce ayrılış öncesi eğitimi adı altında bir haftalık bir eğitim vermişlerdi Ankara'da, onun benzeri olacak. İşte hoca bulsak bile bir hafta Murcia'da olacağımdan bölünecek. Bu nedenle ay sonunda başlamayı düşünüyoruz. Çok fena İspanyolcaya susadım. Dil öğrenimi konusunda bütün tavsiyelere açığım.