23 Ağustos 2010 Pazartesi

İspanyolca (Español)

Bu hafta (16 Ağustos 2010 günü başlayan hafta) hastalanmam dışında bir şey olmadığı için biraz İspanyolca anlatmaya karar verdim. Aslında önemli bir şey oldu evet bunu not etmiş olayım. Bu hafta Arenas festivalinin başlangıcı ve ay sonuna kadar sürecek. Festivalin kral ve kraliçesinin seçilmesi gerekiyordu. Benim de jüride olmamı istediler. Hasta olmama rağmen katıldım ve adaylara sorulan sorular standart olduğu için soruları ve cevapları anlamam zor olmadı. Kral adayı yoktu. Eğer fotoğraflarda görürseniz kırmızı elbiseli, ortada oturan kraliçe.

Hastalığımdan kısaca bahsedip geçeceğim. Perşembe gününü ateşler içinde geçirdim. Hastaneye gittik ve bademciklerimin iltihaplandığını öğrendim. Modern tıp sağ olsun zor kısmı atlattım. Şu an dinlenme sürecindeyim. Komik olan tarafı doktorun "A de!" dediği zamandı. İspanyolca dersimize yavaştan başlayalım. İspanyolcası "Di A!" okunuşu da yazıldığı gibi. Ben hastalığın da verdiği şuursuzlukla aynen diaaaa diyerek ağzımı açtım. Kimse gülmedi ama ben hala gülüyorum. Bir de Cumartesi dudağımda uçuk çıktı. Eczacıya dudağımı göstererek krem aldım. Uçuğun bırak İspanyolcasını, İngilizcesini bile bilmiyorum ki. Bilmemek değil öğrenmemek ayıp diyerek "herpes" olduğunu ekliyorum.

Laura ve ben haftada 6 saat İspanyolca dersi alıyoruz. Ders saatleri çalışma saatleri kapsamında. 8’de mesai başlıyor, 10’da ders. 11-11.30 kahve molası. 12.30’da ders bitiyor. Saat 3’de de iş bitiyor. Bazen 2 saat toplantı yapıyoruz sabah ya da dersten sonra. Böylece çalışmak için ne kadar çok zamanımız kaldı değil mi? Yapacak işim olmasına rağmen hiçbir şey yapamadan döndüğüm günler oluyor. Dersler genelde haftada 3 gün ama ders yapmadığımız günler nedeniyle bol bol ders işliyoruz. Bu kadar anlattım ama ay sonunda dersler bitecek. Kışa doğru burada İngilizce veya İspanyolca kursları başlayacakmış. Gerekirse onlara devam edeceğiz.

Derslerden birinde hava durumu tarifini işlerken, ortamın soğuk olduğunu karşımdaki kişiye hareketlerimle anlatmam gerekiyordu. Bunun için kendimi sararak hafif titrermiş gibi yaptım. Aynı hareketi hatta abartılmışını bundan tam 10 yıl önce lise hazırlıkta İngilizce öğrenirken, tahtaya kalkıp yapmıştım. Öğretmenimiz Hale Ataman’dı. Tiyatronun abartmak olduğunu söylemişti. Üşüdüğümü gösteriyordum ama abartmalıydım ve dişlerimi takırdatarak titredim. Bu sefer abartmadım.

Şimdi derse başlayalım; Öncelikle İspanyolca, Español (espanyol) demek ama İspanyolca kendi içinde ayrılmakta ve en düzgünü Castellano (kasteyyano ya da kastejano) olduğu için "¿Hablas Castellano?" (İspanyolca konuşur musun?) diye sorabilirsiniz. Daha basit bir yerden başlayalım.

La triste condesa caddesinde festival geçişi
benyo
sentú , usted
oél, ella
biznosotros
sizvosotros, ustedes
onlarellos, ellas


"O" İngilizcede olduğu gibi bay bayan olarak ayrılıyor. "Usted" ise "Sen"in kibarcası. İspanya’da neredeyse hiç kullanılmayan "Usted", Arjantinde sıkça kullanılıyor. Usted’in fiil çekimleri él, ella ile aynı.

İspanyolca yazıldığı gibi okunan bir dil ama birkaç istisnası var. Ayrıca yabancı kelimeleri ve isimleri de yazıldığı gibi okuyorlar. Bizim gibi asıl dilindeki gibi okuyacağız diye kasmıyorlar. En yakın dil İtalyanca. Arjantin’de konuşulan İspanyolca telaffuzuyla İtalyancaya çok yakın. Bir İtalyan’ın birkaç roman okuyarak İspanyolca konuşmaya başladığını görmüşlüğüm var.

Ben şimdiye kadar ne öğrendim; Tanışma, sayılar, okuma, giysiler, alışveriş, kişisel bilgiler, etkinlikler, aile, dış görünüm, adres tarifi, mekânlar, günlük hayat, hayvanlar, saatler, mobilyalar, ev, yiyecekler, durum tarifi, sağlık, buluşma.

Çoğu kelime İngilizce ile örtüşüyor fakat Amerikalılar bile anlamakta zorlanıyor. Yazılı halde anlamak daha kolay oluyor. Örnek verecek olursak; completar, observar, repetir, escribir, marcar, usar, invitar, ordenar vb. Sonlarında –ar –ir –er mastar eki oluyor. Çekimleri de buna göre değişiyor. Bazı düzensiz fillerin de kendilerine özgü çekimleri var.

Anlamsız görünmelerine rağmen hoşuma giden iki örnek cümle;

No es necesario para mi ahorra porque no lo necesito. Şu an bana gerekli değil çünkü ona ihtiyacım yok.

Lo siento pero no lo tengo y no lo quiero porque no lo necesito ahorra. Üzgünüm ama ona sahip değilim ve onu istemiyorum çünkü şu an ona ihtiyacım yok.

Lo siento: Üzgünüm, tam anlamıyla "onu hissettim" ve Te quiero: Seni seviyorum, tam manasıyla "seni istiyorum".

İki önemli fiil var; coger ve tomar. İkisi de get ve take ile eş anlamlı ama Latin-Amerika ve İspanya’da kullanımları arasında fark var. Latin Amerikalılar her şey için tomar’ı kullanıyor. İspanyollar ise araçlar için coger, içecek veya taşınacak şeyler için tomar’ı kullanıyor. Latinler coger’i aşk yapmak olarak yorumluyorlar ve onlar için İspanyollar metroyla sevişen insanlar. Hiç bitmeyen dalga konusu.

Biraz da argo kelimelerden bahsedelim. ¡Que fuerte!(ke fuerte)Tam anlamı "ne sert!" ama şaşkınlık durumunda kullanılıyor daha çok. ¡Joder!(hoder) Türkçeye s.kt.r diye çevirebileceğimiz İngilizcedeki F kelimesi. Pues nada, aqui estamos: yok bir şey, her şey yolunda gibi bir anlamı var. Ni fù, ni fà: ne fu nede fa, fark etmez. Echar un polvo: tozunu atmak (iki oyun atalım mı?) gibi bir anlamı var ama sevişmek için kullanılıyor, tv dizisinde de çok duyduğum bir deyim. Tener mala leche: tam anlamıyla sütü bozuk. No tener pasta ya da no tener dinero: paranın olmaması. Partirse el culo: kıçını yırtmak, çok güldüğünde kullanılıyor. Me largo: uzamak, ben gidiyorum derken kullanılıyor yani uzuyorum.

Son olarak bizim inşallah dememiz gibi İspanyollar da ohala diyor. Bunu da öğrendiniz artık çifte vatandaşlık için başvurabilirsiniz.

17 Ağustos 2010 Salı

Oturdu

2006 senesinin Ramazanı’nda Macar diyarındaydım, bu Ramazan da İspanyol diyarında. Öncelikle herkesin Ramazan ayı mübarek olsun.

Haftanın ilk etkinliği olarak sinemaya gitmeyi kararlaştırdık. Çarşamba günü, evde İspanyolca hocası ve sevgilisiyle birlikte yemek yenecek, sonrasında sinemada “Alice Harikalar Diyarında” izlenecekti. Yemek güzel geçti. Değişik ülkelerden çeşitli tatlar vardı sofrada. Cacık da bize eşlik ediyordu ama çoğunluğa göre Yunanca satsiki adıyla anılıyordu. Sıkıntıya gerek yok ha Yunan ha Türk diyerek ortamı yumuşatıyorum. En azından yoğurdun Türk kökenli olduğunu ispatlamış bulunuyorum. Ayran diyince bilenlerin yüzü gülüyor, bilmeyenlerin suratı ekşiyor. Yoğurdu, yemek yanında yenecek bir şey olarak görmüyorlar. Onlara göre yoğurt yemek sonrası, tatlı niyetine.

“Yediğin içtiğin sana kalsın, gezip gördüğünü anlat” öğretisinin iyice dışına çıktım. Sinemaya geçelim. Sinema hemen evin aşağısında. Geçmeden bir yerde oturup bir şeyler içelim diyorlar. Akıntıya kaptırıp gidiyorum. Bu arada her şey İspanyolca. Benim ne kadar öğrendiğim tartışılır ama İspanyolca konuşmaya başladık. Yoğunlaştığımda anlıyorum ama yorucu bir olay. O nedenle genelde beyni beklemeye alıp, takılıyorum kendimce. İkili muhabbetlerde daha çok odaklanıyorum. Konuşmaya gelince, eğer karşımdaki kişi sabırlıysa birkaç şey konuşuyorum. Tabi önce benim sabrım önemli. Sabredemeyip İngilizce konuşmaya başlıyorum.

Fecointur'daki standlardan birinde
Beklerken şöyle bir konuşma geçti “Sen uykulusun, sen daha önce izledin, sen de tümüyle anlamayacaksın.”. Bu kısmı çok iyi anlamıştım ama o sırada filmden vazgeçmişler. O kısmı kaçırmışım. Film de mübarek 23:30’da. Saat oldu 00:30, artık işkillendim tabi. İşkillenmeseydin bi de oha! Affedersiniz ağzımı bozdum. Bazen aksaklık oluyor o nedenle ertelenebiliyor. Ben de öyle bir durumdur belki diye hiç keyfimi bozmamıştım. Filmi de anlamayacağım malumdu ama daha önce izlemiştim ve hikaye de çok yabancı olduğumuz bir hikaye değil. Sonuçta filmi beyaz perdede görmek istiyordum. Ne oldu gitmiyor muyuz? diye sorduğumda, ohoo biz çoktan vazgeçtik sen anlamadın mı dediler. Aslında umurumda olmaz ama o an, işte o an insanın içine oturuyor. Karşımdaki de İspanyolca hocam, trajikomik. Hemen kızlardan biri koşup bir daha ki gösterimine baktı. Arenas’da son kez gösteriliyordu. Şans işte son gösterimi kaçırmıştım. Konuştukları anda anlamış olsam, ben tek başıma gidiyorum derdim.

Yabancı bir ülkede olunca insan eften püften şeylere takılabiliyor. Nasıl bir psikoloji olduğunu anlamanızı istedim.

Perşembe Fecointur adı verilen ticaret ve turizm fuarı başladı. Hazırladığım adam boyundaki posterler fuarın açılışına 10 dakika kala geldi. Standımızı hazırladık. İlk gün sakin geçti. Belediyenin tahsis ettiği hostesler standa göz kulak oluyordu. Biz günde 1-2 saat hazır bulunduk. Kasabanın spor salonunda, kasaba esnafının toplanması şeklinde özetleyebilirim. Amacını pek anlayamadım. Hafta sonunu fuar yemiş oldu, yüzmek dışında bir şey yapamadım. Bu hafta sonu Madrid’e gitmeyi planlıyorum.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

España

2010 Ağustos ayının ilk haftası Senegalli dansçıların gösterisiyle güzel bir başlangıç yaptı ama hafta başladığı gibi devam etmedi. Vazgeçilen Candeleda gezisiyle birlikte baştan sona boş bir hafta oldu. Hatta Murcia’da geçirdiğim süreyi telafi etmek amacıyla Pazartesi ve Cuma günü ek ders yaptık. Oysaki her şey çok güzel başlamıştı.

Pazartesi Senegallileri izlemek güzeldi. O kadar hareketli ve enerji dolular ki o enerjiyi size geçiriyorlar. Bayan dansçıların çok güzel olduğunu da eklemek isterim. Gösteri sonunda herkesi sahneye davet ettiler. “Vaka Vaka“ eşliğinde sahnede meşk ettik. Görüntüleri vimeo’ya yüklüyorum.

Salı Candeleda söylentisi çıktı. Daha önce gitmiştik ama kasabayı gezememiştik. Hadi yarın gidelim hadi yarın derken hafta bitti. Günler giderek ısınan havanın altında bol İspanyolca dersli ve çalışmalı geçti. Adam boyunda 5 poster hazırladım. Haftaya bir fuar yapılacak ve orada Hareketlilik Haftası’nı tanıtacağız. Posterler matbaada şu anda.

Cumartesi günü tam hafta boşa gitti diye düşünürken hareketlenme başladı. Arenas’dan daha fazla ekmek yemiş en yakın şehir olan Talavera’ya gittik. Arabayla 45 dakika. El Corte Ingles ve Carefour gibi çeşitli alışveriş merkezleri var. El Corte Ingles, otoparkının bile ücretli olmasıyla ne kadar pahalı bir yer olduğunu daha girmeden gösteriyor. Carefour ise, küreselleşme sağolsun, ürünler üzerinde ki Türkçe açıklamalar ile insanı evinde hissettiriyor. Sonrasında Decathlon’a gittik. Aylardır dert olan dağcılık botunu en sonunda aldım. Karlı dağlar haricinde işimi göreceğini düşünüyorum.

Pazar günü de “bu haftanın olayı buymuş, bu kadarmış” diye düşünürken, Nuria aradı ve kendi kasabası olan Santa Cruz’da fiesta olduğunu söyledi. Hemen olay yerine intikal ettik. 10 euro karşılığında arena içerisinde ki etkinlikleri izleyebiliyorsunuz ama biz beleş tepeyi tercih ettik. Zaten gerçek boğa bile görmedim. Belediye meydanına konser sahnesi kuruldu ama izleyen kimse yoktu. Diğer fiestalar kadar iyi olmadı ama kasabayı görmek güzel oldu. Cincovilla’lardan yani beşibiyerdelerden bir tanesi bu kasaba.

Biraz İspanya (España ñ = ny) hakkında bilgi vereyim;
Öncelikle İspanya’nın sembolü haline gelen Osborne boğasının silueti. Zamanında reklam amaçlı yol kenarında tepelere boğa silueti yerleştirilmiş ve bu figür o kadar ünlü olmuş ki İspanya ile özdeşleşmiş. Sonra bayrakların üzerine bile konulmuş. Ayrıntılı bilgi wikipedia’da bulunabilir. Sonra İspanya sadece iber yarım adasından oluşmuyor. Kanarya adalarının nerede olduğunu biliyor musunuz? Orası da İspanya işte. Bir de Cebelitarık boğazından karşıya, Afrika kıtasına geçince de iki ayrı bölgesi var İspanya’nın. Oralara giden uçaklar biraz daha ucuz oluyor. Salsa İspanyol dansı değil, Flamenko ise İspanyol. İspanyol Rumbası; pop müzik ve flamenkonun birleşiminden oluşuyor. En ucuz mobil telefon hattı Pepephone ama henüz hiçbir dükkânını görmedim. Netten siparişle alabiliyorsunuz.

Portal fiestas gibi dandik bir siteyle ülke içerisindeki bütün fiestalardan haberdar olabiliyorsunuz. Boğa güreşlerinin haricinde La Tomatina en büyük festival. İnsanların birbirine olgun domatesler fırlattığı, nimetin değerinin bilinmediği çılgınlık. Bir de müzik festivalleri için Atiza Festivales şeklinde bir adresimiz mevcut.

İspanya’da ne içilir; Sangria meyveli şarap kokteyli,”tinto de verano” tam çevrimi “yazın kırmızı şarabı”, calimocho kola ve şarap, cerveza bira, caña bardakta bira ve clara fanta limon ile şarap.

İspanyol edebiyatı; Rincón Castellano (İspanyolca Köşeşi) adresinde görülebilir. Ayrıca şimdiye kadar sadece Elif Şafak’ın bir kitabını gördüm.

İspanyol alternatif müziği alborde adresinde bulunabilir. Gaza gelip de üniversite seçeneklerini görmek isteyenlere Universia sitesini öneriyoruz.

İspanya’da hala monarşinin hüküm sürmekte olduğunu bilmeyenlere buradan sesleniyorum, evet sürmekte. Amma velakin diğer monarşilerden biraz farklı. La Monarquia Española adresinde nasıl olduğunu okuyabilirsiniz.

En önemli şeyi en sona bıraktım. Yer yüzünde başka hiçbir ülkede olmayan. İspanyol asıllı ülkelerde bile uygulanmayan öğle uykusu hakkında geniş bilgiyi wikipedia’dan alabilirsiniz. Adresi takip edenler başka ülkelerde de olduğunu görebilirler ama İspanya'da ki gibi uygulanmamaktadır. Kısaca, saat 3 ile 5 arası, 20 ile 30 dakika boyunca uyuyorsunuz. Açıklaması; öncelikle sağlıklı, sonra bütün dükkânlar o saatlerde kapalıyken başka ne yapılabilir.

1 Ağustos 2010 Pazar

Dolunay

Temmuz’un son haftası başlarken uzun süredir beklediğimiz dolunay da geceleri yüzünü gösterir olmuştu. Bu fırsatı kaçıramazdık. Pazartesi gecesi derede yüzmeye gittik. Etrafı görebiliyorduk ama suyun içini göremiyorduk ve haliyle soğuktu. Her şeye rağmen yüzdük ve yüzdükten sonra soğuğa daha çok alışıyorsunuz.

Tam bir sene önce bu hafta, bu bölgede büyük bir orman yangını olmuş. Söndürme çalışmaları sırasında 2 kişi hayatını kaybetmiş. Çarşamba günü belediye meydanında bir dakika sessizlikle andık ölenleri. Askeri disiplinden uzak bir anma töreniydi. Ne kadar askeri disiplinle eğitildiğini anlıyor insan böyle durumlarda. İster istemez hazır vaziyetine geçmek ve gözleri İspanya bayrağına dikmek kaçınılmaz oluyor. Cuma, iş sonrası yakın bir kasabada piknik yapıp daha sonra yeni derelere gittik. Her biri ayrı güzel doğal havuzlar.

Cumartesi kültür ve sporun buluştuğu bir gün oldu. Sabah Gredos sıradağlarının kuzey tarafına geçip oradan tırmandık. O tarafta bir kasabada Mark Knopfler konseri düzenlenecekmiş. Bilmiyorum deyince şaşırdılar. Düşüncelerine göre tanımak için çok gençmişim. Müzikle ilgilenmediğimi anlatamadım bir türlü. Zirveye doğru devam edelim. Bu sefer güney yamacında yaptığımız gibi yarı yolda vazgeçmedik zirveye kadar devam ettik. Yaklaşık 2300 metre rakıma çıktık.

Eve geldiğimizde Bea’nın Madrid’den arkadaşları geldi. Onlarla birlikte belediye meydanında ki dünya lezzetleri partisine gittik. Türkiye lezzetleri dışında birçok lezzet ve dans ekibi vardı. Benden de bir şeyler yapmamı istediler ama yeterli malzemem yok dedim. Cezve olsa en azından kahve yapardım. Cezve göndermek isteyen varsa özelden ulaşsın. Aynı anda kale içinde de konser vardı ve gruplardan birinde bizim patronun erkek arkadaşı Paco da çalıyordu. Bu nedenle ikinci durağımız kale oldu. Buralarda ünlü bir grup ve şarkılarını beğeniyorum.

Bu arada taşıma suyla siteyi güncelledim. Fotoğraf albümleri ekledim ama içleri boş. Elbet dolacaktır arkadaşım. Taşıma su derken. Evde hala net yok. Kodları evde pişirip, usb bellek ile soğuk servis ediyorum. Pazar günü de haftayı göl kenarı koşusuyla bitirdim. Eğer gün içinde yüzmezsem onun yerine koşmayı düşünüyorum.

Son olarak kendime bir hedef koydum; 2 hafta içerisinde İspanyolca bir şiiri bütünüyle anlayıp, ezberlemeyi düşünüyorum. Öncelikle şiiri bulmak lazım tabi.