27 Ekim 2011 Perşembe

WOMAD Caceres 2011


çiseleyen bir başlangıç oldu

 Açılımı World of Music, Arts and Dance (Müzik, Sanat ve Dans Dünyası) olan uluslararası müzik ve dans festivali. Sene içerisinde değişik şehirlerde gerçekleştirilen etkinlik, bu sene İspanya'nın Caceres şehrinde gerçekleştirildi. 12 ve 15 Mayıs 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen bu etkinlik ayrıca bu sene 20. yıldönümünü de kutluyordu.

Şehirde gerçekleştiği için diğer organizasyonlardan daha farklı oluyor. Şehir dışında, hava alanı gibi boş bir arazide veya SZIGET gibi Budapeşte'nin ortasındaki bir adada yapılmıyor bu festival. Şehrin tam olarak içinde her şey; şehirle, tarihle, insanlarla iç içe.

bulvar sürücü kursu önünde çalgıcılar
Konser sahneleri, başta Plaza Mayor (Ana Meydan) ve Plaza San Jorge (Aziz George Meydanı) olmak üzere 500'den fazla insan alabilecek her meydana kurulmuşlar. Sahneler arasında yer değiştirmek için şehrin dar sokaklarını kullanıyorsunuz. Şehri tümüyle yaşıyorsunuz ve şehir her köşesiyle yaşıyor. Her köşe başında bir çalgıcı veya bir dansçı var. Müziğin yükselmediği hiçbir kuytu kalmamış.

küçük sahnenin karşısındaki kilise merdivenleri
Yemeklerden de bahsedecek olursak, festival için gelen işletmeler, çadırlar kurmuşlar. Görüntü güzel ama yemekler iğrenç. O sırada ne olursa gider diye verilen dönerler, pastırmalar, ekmek arası yiyecekler. Sadece oranın yerel işletmelerinde güzel yiyecek bulabilirsiniz. Önce küçük bir fırında, lezzetli dilim pizzalardan yedik. Yanımızda kendi kumanyamız da vardı. Sonra güzel bir dondurma dükkanı keşfettik. Kulağımıza küpe olsun bu tür etkinliklerde yerel işletmelere öncelik verelim.

büyük meydana giriş

Akşama doğru hareketlenen Plaza Mayor'a yani büyük meydana ulaştığınızda asıl şölen başlıyor. Afrikalı bir sanatçı vardı o akşam. Yanlış hatırlamıyorsam Senegal'den Takeifa olması lazım. İspanya'da bulunduğum süre boyunca afrikalı sanatçı çok gördüm. Hepsinde de büyüleyici bir dans tekniği vardı. Sahnede ki şarkıcı hem sesiyle hem de görüntüsüyle büyülüyordu. Konserden sonra, arkadaşlarım sanatçıyı görmek istediklerini söylediler ve belediye çalışanı olma forsumuzu kullanarak güvenliği geçtiler. Kulise sızıp fotoğraflar çektirmişler.


Bir de sanatçıları merak edenler olursa:
Dobet Gnahoré (Cote d'Ivoire) · Kiko Veneno (Spain) · Baloji (Belgium/Congo Dem. Rep.) · A Naifa (Portugal) · Bigott (Spain) · Orchestre National de Barbès (Algeria/France/Morocco) · 9Bach (Wales) · Barrunto Bellota Band (Spain) · Candi Staton (United States) · Chapelier Fou (France) · Don Letts (Jamaica/United Kingdom) · El Viaje de Rose · Felisa Vega (Spain) · Hypnotic Brass Ensemble (United States) · SkalabraoS (Spain) · Takeifa (Senegal) · Domu Afrika Dub Squad (Cape Verde) · Ska Cubano (Cuba/Jamaica/Japan/Montserrat/United Kingdom)

yemek olayları

24 Ekim 2011 Pazartesi

Marakeş


20 Kasım 2010

Saat 9 otobüsüyle Arenas'dan Madrid'e doğru yola çıktık. Öncelikle Madrid'in merkezi Sol'e yakın olan otelimize yerleştik. Tüm gün gezdikten sonra pazar günü Çağatay da bize katıldı. Pazartesi Marakeş'e giden uçağımıza kontrollerden sonra bindik. Pasaport kontrolden geçmemeye hızla alışan bünyem kısa bir şok yaşadıktan sonra buna da alıştı. Sürekli vizemin bittiğini hatırlatıyorlardı ve ben de kimliğim olduğunu o vizenin bittiğini bildiğimi söylüyordum. Geri dönmem zor olacakmış gibi gelmeye başlamıştı.



yol arkadaşım ve kaldığımız otelin avlusu
Madrid'i hızla geçtim çünkü Marakeş'i anlatmak istiyorum. İlk kez bir şehiri sevmedim. Sevemedim. Öncelikle bizi o kadar uyarmalarına rağmen halen ne kadar karışık olduğunu anlamamış kafamın, taksicinin herkese adresi sormasıyla ne menem bir yere gittiğimizi anlaması lazımdı. Taksi gidebildiği yere kadar götürdü. Binerken 20 dirhem diyen taksici artık 20 euro yani 200 dirhem demeye başlamıştı. 100 dirhemle işi hallettik. İndiğimiz anda gideceğimiz yeri bildiğini söyleyen biri peydah oldu. Bir ara ağzından 150 dirhem komisyon lafı çıktı, bir de dar sokaklara ıssız dehlizlere doğru götürünce işkillendik yönümüzü başka bir yöne çevirdik. Bu tür pazarlık ve işkillenme durumları için yanınızda bir adet pazarlık uzmanı Pervin bulundurmalısınız. Kaos halinde inşa edilmiş dar sokaklarda adres göstererek para kazanan çok kişi var. İşsizlik en büyük bela. Yaşlı veya çiftlere adres sormak lazım. Gençler o yol kapalı buradan gidin diyor, gittiğiniz yerde de kafanız karıştığından bi anda yanınızda bitip beni takip edin diyorlar. Bunları söylecek kadar Fransızca ve İspanyolca bazen de İngilizce biliyor oluyorlar.

afrika


girmediğimiz müzenin önü
Küçük çocuklara 10 dirhemden aşağısı kurtarırken, gençlere 10 dirhem az geliyor. Bozuk lisanlarıyla işsiz olduklarını anlatmaya çalışıyorlar. Senin işsizliğin benim derdim mi kardeşim? Senin için o miktar bir şey değil demeyi de biliyorlar. Sadece nice medeniyetler görmüş o güzelim şehrin insanlarını bu halde görmek üzdü beni. Neyi kimden dileniyorsun bir düşün. Sen burada bu haldeyken 100 metre ötede golf sahaları jet sosyeteyi ağırlıyor hatta bununla övünüyorsunuz. Taksicinin bile ilk gösterdiği harabeler yeni golf sahalarına gebeymiş. Daracık sokaklarda gençler köşe başlarında pinekliyorlar, yapacak hiç bir şeyleri yok. Köşe başlarında telefon butikleri, onlar öyle diyor, evlerde telefon olmadığını gösteriyor. Telefon olmayan yerde internet ne arasın. Sadece çatılarda çanak antenler. Aptal kutusu her türlü Amerikan kanalı Arapça altyazı ile gösteriyor. Dünya'yı turistler sayesinde görüyorlar. Onların da hepsini zengin hepsinin parası kendi paralarından daha değerli sanıyorlar.

Acınacak bir millet değiller çünkü çölün ortasında bir şehir olmak kolay değil. Hatta avrupalı dedikleri bir bölgeleri de var. Daha modern evler, daha pahalı yaşam. Su o kadar önemliyken golf sahalarını nasıl karşılıyorlar. Bu insanlık golfe karşı ne zaman ayaklanacak? Hep mi susacağız? Sustukça susayacağız. Yer yüzüne, doğa anaya en çok zarar veren spor golftür. O sular çim yetiştirmekten ziyade tarıma verilse kaç kişinin karnı doyar? Şimdi kaç kişinin karnı doyuyor?



Peki ya develer. Ne hakkınız var o hayvanları o sıcağın altında saatlerce bekletip para karşılığı kullanmaya. Kölelikten ne farkı var bunun? Yaşayacak kadar yemek, pislik içinde yatak, ölümüne iş. Yol arkadaşımın ısrarı üzerine ben de bindim. Bunun için üzgünüm. İnsanoğlu kendini ilk sıraya koyuyor işte. O sıcakta çölün ortasında arkadaşım deve turu yaparken yarım saat hiç bir şey yapmadan beklemek zor geldi.

Marakeş'de mutlu olduğum bir an söyleyeyim; üstü açık turist otobüsünde seyahat ederken. Çünkü sürekli para isteyen, dokunan o yapışkan yerli halktan uzak olduğum yer orasıydı. Onlardan böylesine tiksinmem benim suçum değil. İnsanlarla aramda mesafe olsun isterim, kimsenin dokunmamasını veya yoldaki birinin ben bir şey sormadıkça gelip benimle konuşmamasını. Ama bunlar hepsini yapıyorlar. Nasıl bir mantıksa yılandan korktuğumuzu belirtmemize rağmen bizi çekmek için yılanla üzerimize geliyorlar. Maymunları kafanıza çıkarmaya çalışıyorlar hatta "bak bir şey yapmıyor" dercesine maymunu tek eliyle havaya kaldırdı. Hayvan nasıl rahatsız olduysa sinirle adamın şapkasına saldırdı. Maymun'un ellerini o derece iyi kullanabildiğini görmek ilginçti. En azından sen ayaklan maymun kardeş.
Son olarak sizin o dar sokaklara girmenize gerek yok. Biz oteli eski şehrin içinde Medine'nin meydana en uzak noktasından tutmuşuz. O nedenle meydanı bulmak ayrı dert, oteli bulmak ayrı. Bab Kemis'i (ilk kapı) geçtikten sonra Derb Çubuk'u bulun. O tarafta olması lazım. Postanenin önünden geçtiğinize emin olun. Şeklinde bir tarifle buluyorsunuz oteli.


kapılardan biri

meşhur meydan



Şimdiye kadar avrupadan çok güzel bahsedip Marakeş'e gelince böylesine sert olduğum için lütfen kusura bakmayın. Sonuçta bize de arap diyorlar, ondan öte din kardeşiyiz, daha yakın hissediyorum onlara ve bu halde görmek daha çok yaralıyor. Bizim de böyle bir eğilimde olduğumuzu düşünmek korkutuyor. İktidar hakkında konuşmak bizi bir yere götürmüyor. Hepimiz aynıyız. İşin ucu para. İstiklal'e yapılan alışveriş merkezi, Kadıköy sahiline yapılan devasa hotel, Kazlıçeşme'ye yapılan gökdelenler hepsi bizim utancımız.

15 Ekim 2011 Cumartesi

Genç İletişim Ağı



İspanya'da bulunduğum kasabada faaliyet gösteren bir gençlik derneğinin tanıtımı için hazırladığım fotoğraf gösterisi. Tabi sunum sırasında aralara bahsi geçen kuruluşlardan gelen videoları koymuştuk. Bu şekilde pek anlamlı olmadı ama altındaki düşünce güzel.

Başlığı şu şekilde "Gençler Birliği Sunar: Uluslararası Genç İletişim Ağı". Bu ağın içinde Antalya'dan bir lise de var. Bunu başaran, ilk fotoğrafta da gösterilen, sadece boş vakitlerinde bununla uğraşan bir grup genç ve onların güzel rehberi Monia. Tümüyle gönüllülük esasına dayanan, okulla hiç bir alakası olmayan bir topluluk bu. Ben de yardımcı olmaya çalıştım. Bu da onlarla beraber hazırladığımız blog: ajovenes.es

5 Ekim 2011 Çarşamba

İspanya'da Yılbaşı

Öncelikle, İspanya'da diğer Hristiyan Avrupa ülkelerinin aksine Noel Baba yoktur. Onlarda var diye bilirler, görünce yadırgamazlar ama hiçbir adetlerinde, kültürlerinde yeri yoktur. Onlar için Hz. İsa doğduktan sonra hediyeler getiren, doğunun üç büyücü kralı önemlidir. Ocak ayının 4'ünde gelir krallar, Baltazar, Melkior ve Gaspar, müneccimler olarak da adlandırılırlar, yanlarında yardımcıları vardır. Ben de onlardan biri oldum. Doğudan geliyordum. Nereden geldiğimi sorduklarında Türkiye'den dedim. Çocukların şaşkınlıkları çok sevimliydi.

madrid otobüsleri
Yılbaşı; eski gece ve iyi gece olarak iki akşam kutlanır. İyi gece 24 Aralık günüdür, eski gece yılın son günüdür. İkisinde de burada olduğum için farklı İspanyol ailelerine konuk oldum. Gerçek ev halini tecrübe etme fırsatı buldum. İkisi de birbirinden güzeldi.

konuk olduğum ispanyol ailesi
Yılbaşında villancicos denilen şarkılar söylenir evlerde ve sokaklarda. Belediyenin önünde bazı akşamlar şarkılar eşliğinde churroslar (şerbetsiz, uzun, lokma tatlısı gibi düşünün) bandırılır sıcak çikolataya. Yağmur yağmasına rağmen toplanır insanlar. Güzeldir, yaşanmalı ve görülmelidir.

Kasabanın çeşitli yerlerine Hz. İsa'nın doğduğu kasaba olan Belen'in maketleri yapılır. Çarşılarda bu maketlerin parçaları satılır, herkes evine küçük de olsa bir tane kurmak ister. Evin bir köşesinde bizim gazetelerin dağıttığı maketler gibi maketlerle bir kompozisyon yapılmıştır. Hz. Meryem'in kucağında bebek İsa vardır. Daha fazla abartmak isteyenler hediyeleriyle gelen kralları da betimler maketlerinde.

retro parkın ortasındaki yapay göl
Yılın son gecesinin en güzel olayına geleyim. Topluca üzüm yemek. Daha önce ne duydum ne gördüm böyle bir şey. Saat gece yarısına geldiğinde çanların 12 defa çalmasıyla birlikte her vuruşta bir üzüm atılır ağza. Bütün İspanya aynı anda uygular bunu. Televizyonda "iftar vakti" grafikleri gibi üzüm grafikleri çıkar. Şimdi birincisi, hop hadi ikinci, dört, beş derken dokuzuncuya yetişmek ağız dolusu üzüm yüzünden zor olur. Ama üzümlerini denk getirenler kutlanır. Evin babası saat hala vururken bütün üzümleri bitirmişti. Çocuklar yetişebilmek için önceden üzümlerin çekirdeklerini çıkarmışlardı. Madrid'in en ünlü meydanı Sol'de (Güneş) herkes ellerinde ki plastik bardaklarında hazır bulundurdukları 12 üzümü afiyetle mideye indirmişlerdi. Ne kadar güzel ne kadar özel bir adet demekten kendimi alamadım.

Üzüm yemenin sebebine gelirsek, 1980'li yıllarda yaşanan krizden dolayı üretilen üzümler üreticinin elinde kalmış ve üzüm tüketimini arttırmak için böyle girişimde bulunulmuş. Bir ara bu adet kaybolsa da günümüze kadar gelmiş ve hala ülke genelinde uygulanmaktadır.



Her geçen gün İspanya'yı daha çok seviyordum. Her ne kadar, çok benziyoruz biz desem de şimdiye kadar sadece bir kişi hepimiz Akdenizliyiz dedi. Sağ olasın bizim belediyeye bağlı küçük belediyelerin temsilcisi Pedro. Bir de PSOE partisinden bir adam var. Usted demeyince (Sizli bizli konuşmayınca) adamın suratı asılıyor. Yabancıyım ben kardeşim herkese senli benli hitap ederim. Hatta geçen "bana sen de" demenin fiili olduğunu öğrendim: tutearse. Bu fiili emir kipiyle çekimleyerek "tuteame" yaparsak "bana sen de" yada "sizli bizli konuşmayalım" diye çevirebiliriz.

Artık İspanyolca hakkında pek bir şey yazmıyorum çünkü yeteri kadar öğrendiğimi düşünüyorum. Hatta biz yabancılar burada ne yapıyoruz, nereden geldik, nereye gidiyoruz temalı bir radyo programına bile katıldım. Tabi ki hala eksiklerim var. Okuma, dinlediğini anlama tümüyle tamam ama kelime dağarcığımda ve dilbilgisi olarak zamanların çekimlerinde eksiklerim var. Günlük hayat konuşmalarından daha ötesine çalışmam, daha fazla okumam gerek ama bunu da yapmıyorum. İspanyolca konusunda sizi teşvik etmek için şunu diyebilirim, çok ayrı bir dünya açtı önüme. Sinema filmlerini geç, gündelik hayatta bile kullandığımız kelimelerin kökenini anladım. Volta atmak mesela burada da aynı "vuelta". "Hacemos una vuelta" diyoruz ve volta atıyoruz mahallede. Her yabancı dille beyin biraz daha gelişiyor. Bunu bir yerlerde okuduğum için söylemiyorum. Yaşadığım hissettiğim için söylüyorum. Şu andan sonra İtalyancayı rahatlıkla öğrenebilirim.

madrid'de büyük bir alışveriş merkezinin girişi

Yılın ilk günü ise büyük piyango çekilişi yapılır. Bizdeki gibi son akşam değil, ilk günün sabahı yapılır. Bu çekilişlerin en güzel yanı da okullardan özenle seçilen öğrencilerin kura toplarını alıp okumalarıdır. Belirli bir ritimde şarkı gibi söylerler. Burada tarif edemem ama kesinlikle dinlemeniz lazım. Televizyon sunucuları öğrencilerin giyim tarzlarına, saç şekillerine bakarak yeni nesil hakkında yorum yapar. Hangi öğrencinin hangi okuldan geldiği söylenir. Bunlar gurur verici olaylardır. Çocukların sesleri, çalıştığımız belediyenin duvarlarında yankılanıyordu. Bazıları netten, bazıları radyodan, bazıları televizyondan dinliyordu. O tonlamayı herkes çok iyi bildiğinden sonra ki günler taklitlerle geçti. Aşağıdaki videoda da izleyebilirsiniz. Başlığı çok manidarmış ama içeriği benim hoşuma gidiyor. Yorumlarda da sevilen bir şey olduğunu görebilirsiniz.

Böylece 2011 yılına güzel bir giriş yapmış oldum.

Fotoğraflar: Aile ortamı hariç üzerlerindeki damgalardan da anlaşılacağı gibi kasım ayında çekilmiştir.

2 Nisan 2011 Cumartesi

İstanbul

2010 Aralık ayının ilk haftası
Türkiye'den ayrılırken bu bir sene içinde geri döneceğim hiç aklımın ucundan bile geçmedi. Gelirim ederim gibi muhabbetler dönüyordu ama herkes yolculuğun ne kadar pahalı olduğunun farkındaydı. Burada ki ilk aylarımda da 1 seneyi aralıksız burada geçirme fikri devam etti. Bunu duyanlar çok tuhaf karşıladı. Bir sene boyunca evine gitmeden nasıl dayanacaksın gibi sorular sordular. Daha öncesinde 6 aylık Erasmus tecrübem olmuştu Macar diyarlarında. Bu süreçte hiç eve gidip gelmemiştim. Ama bu sefer başkaydı 1 sene olacaktı.

Düğünden, damat arkada en güçlü alkışını patlatıyor.
Havalar soğudu, yaz bitti. Derelerde yüzdüğümüz günler sona erdi. Eve gidip gelsem düşüncesi tohum buldu kafamda. Türkiye'ye özgü şeylerden bahsederken gittiğimde getiririm demeye başladım ister istemez. Arkadaşlarımın evliliği ve kankamın askere gidecek olması tetiğe basmıştı artık. Tarihler planlamaya, ucuz seferler aramaya başladım. Tam da şans işte o sırada web sitesini tanıtmak isteyen Pegasus, web sitesinden alınan biletlerde indirim yapıyordu. Ama bu seferleri henüz Madrid'e kadar ulaşmıyordu. Madrid - Milano arasını easyJet, Milano - İstanbul arasını Pegasus havayollarından alırsam gidiş-dönüş toplamda 4 uçak 88 euro'ya denk geliyordu. Bu mesafede alabileceğiniz en iyi fiyat diyebilirim. Her ne kadar Pegasus'un sitesi o bileti satmamakta diretse de 4-5 saat süren denemelerden sonra aldım.

Madrid'den kalkan ilk uçağım 1 Aralık gününün sabah saatlerinde kalkacaktı. Bunun için akşamdan Madrid'e gidip, sabaha doğru havaalanında hazır bulunmalıydım. Geceyi havaalanının ışıkları altında geçirmekten bıktığım için Madrid'de bir pansiyonda geçirmeye kadar verdim. 4 kişilik odada tek başımaydım ama bu yalnızlık uzun sürmedi. Gecenin bi vakti gelen yunan futbol fanatikleri türk olduğumu öğrenince oturup sohbet etmek istediler. Sırf maçını izlemek için o kadar yol geldikleri, taraftarı oldukları takımlarını tanımadığımı söyleyince suratlarının aldığı hali görmek güzeldi. Beşiktaşlı olduğumu söyleyince diğer takımları saymaya başladılar. Futbolla ilgili Beşiktaşlı olmaktan öteye ne bir kelime bilirim ne bir isim. Bunu anlatamamak yada anlatmak ama anlamamaları çok komikti. Onlar içmeye gittiğinde ben yatmaya fırsat bulmuştum ama kalktığımda hiç uyumamış gibiydim. Onlar uyurken alarmımdaki rock müzik eşliğinde odadan ayrıldım. Sibeles çeşmesinin oradan kalkan otobüsle havaalanına gittim. Orada eski postahane binası bulunmakta ve bu bina eski ve güzel olduğu için Madrid belediye başkanı bu binaya göz dikmiş. Şuan belediye binasında tadilat var diye o binayı kullanıyorlar. Benim hoşuma giden kısmı binanın dışında, üzerinde büyük şehirlerin isimleri yazan posta kutularının olması.

Uçağa bindiğimde henüz hava aydınlanmamıştı. Kalkışı beklerken uyumuşum, gözlerimi açtığımda hareket halindeydik ve güneş artık doğmuştu. Güneşin doğduğu yere doğru, İstanbul'a gidiyordum.

Aktarma yapacağınız zaman ilk dikkat etmeniz gereken şey saatlerdir çünkü gecikme çok olur. Ben ona dikkat ettim hatta iyiki de dikkat etmişim ama başka bir şeye dikkat etmeyi unuttum. Bir yerlere not alın. Aktarma yapılacak şehrin adıyla başlayan iki havaalanı olabilir.

Milano'da Malpensa ve Bergamo havaalanları var. Bergamo havaalanı aslında Milano'da olmamasına rağmen Milano'ya bakınca o çıkıyordu. Ben de ne kadar uzak olabilir ki dedim. Arada 2 saate yakın süre ve 10 euro'ya yakın ücreti olan bir servis var. Eğer Madrid - Milano arası için easyJet değil de ryanair'ı tercih etseydim, aradaki bu mesafeyi karayoluyla katetmeme gerek kalmayacaktı. Ama her zamanki gibi tecrübe diyoruz.

İstanbul'da Sabiha Gökçen'e indiğimde Milano'dan yaptığımdan çok da farklı bir şey olmadı. Atatürk havalimanına daha yakın olan evime gitmem gerekiyordu. Sonuçta İstanbul'lu olduğumuz için toplu taşımayı tercih ettim. Etmez olaydım. Havada geçirdiğimden daha fazla süreyi otobüste geçirdim. Kadıköy'den vapurla karşıya geçerken bütün yorgunluğuma rağmen aklımda tek bir şey vardı. Aylardır hasretini çektiğim ince belli bardakta çay. Hemen vapurun çay ocağından aldım çayımı ve boğazın karanlık sularına karşı içtim. Hava kararalı çok olmuştu. Güneş geldiğim taraftan batmıştı. Artık İstanbul'a varmıştım.

Karşı tarafta, uçaktan indikten sonra haberleştiğimiz abim vardı. İş çıkışı beni almaya gelecek ve birlikte eve gidip sürpriz yapacaktık. Onu gördüğümde yorgunluğumu daha fazla hissettim. Çünkü artık rahatlamıştım. Eve gitmek için banliyö trenine bindik. Daha sonra Paris'e yapacağım bir gezide banliyö ve tren kelimesinin geldiği yerde gerçek banliyö trenlerine bineceğimden habersizdim. Eve geldiğimizde annem, abimin bir arkadaşıyla geleceğini biliyordu ama o kişinin ben olduğumdan haberi yoktu. Beni gördüğünde üzüntüyle karışık bir sevinç yaşadı çünkü 5,5 ayda fazlasıyla zayıflamış ve bu son yolculukla iyice yorulmuş oğlu vardı karşısında.

Sonrasında o kadar güzel bir hafta geçirdim ki. Bir kez daha adımın anlamı gibi çok şanslıyım ben dedim. Arkadaşların düğünü, kankanın askere gidişi, yeni evli çiftin evindeki yemekten tut boğaz kenarında düğün öncesi bekleyişe kadar unutulmayacak bir hafta oldu. Bir filmin en güzel sahnesine yetişmek gibi.

Ben şantör Olcay Gümüşbıçak, yeni evli Burcu ve Asım çiftini tebrik eder, Doğan er ve erbaşlarına hayırlı teskereler diler, Soner'in son kitabının bin baskı yapmasını isterim. Haydi uğurlar ola. Hola!

20 Mart 2011 Pazar

Elmalı Kurabiye

Mi primera receta en Español. Kurabiye con manzanas.

elmalı tarçınlı kurabiye
Ingredientes:
- 1 kilo de harina
- azúcar granulada
- levadura
- vainilla (no hace falta)
- azúcar en polvo
- 1 paquete mantequilla
- 1 huevo
- 1 vaso de yogur natural
- 1 vaso de aceite vegetal
- 5 manzanas
- canela


En primer lugar, poner la mantequilla en un recipiente hondo. Pero debe ser la mantequilla suave. Mantenga fuera del nevera hasta que estén tiernos. A continuación, la mantequilla bien blanda con la mano como una materia líquida. Luego agregar un vaso azúcar granulada. Añadir un huevo. Añadir un vaso de aceite vegetal y un vaso de yogurt. A mezclar bien. A continuación, agregue la vainilla (lo sé en España es raro, por eso no hace falta) y un paquete de levadura. Poco a poco la harina de veces. No utilizas completo 1 kilo de harina pero es casi hasta el fondo del paquete. Obtener masa suave.

Ralla las manzanas en una olla. Agregue 3 cucharadas de azúcar granulada y un pocito canela. Poner en la estufa. Cocinar la mezcla de manzanas hasta que se vea como mermelada. Añadir un pocito agua pero muy poco.

Ahora tenemos todo listo. Recuerdas la forma. Pones la mezcla de manzana dentro y cierra. No sé cuanto tiempo tiene que estar en el horno pero sus lados tienen que ser blanco.
Echa azúcar en polvo encima y ya'sta. ¡Que aproveche!

27 Şubat 2011 Pazar

Boscopop 2011

Boscopop 2011 Tulsa
26 Şubat 2011 cumartesi günü Arenas'da Boscopop festivali düzenlendi ve sayesinde çok güzel bir gün geçirdim.

Boscopop, bir çeşit müzik festivali ama bilet alma  yöntemi biraz farklı. Öncelikle biletlerini para karşılığı alamıyorsunuz. Davetiyeyi elde edebilmek ağaç dikmelisiniz. Aynı günün sabahı hep beraber La Parra adındaki kasabaya ağaç dikmeye gittik. Bu bölge 2009 yılında büyük bir orman yangını geçirmiş o nedenle hala yaraları duruyor.

Ağaç dikme işinin sembolik olacağını düşünüyorduk ama 400'den fazla ağaç dikileceğini söylediler ve kafa sayımında toplam 50 kişi var yada yoktu. Kişisel olarak kaç ağaç diktiğimi saymadım. Diğerleri diksin diye kazıp bıraktığım yerler de var. Sonuçta öğlen saatlerinde dünyaya ufak da olsa katkı sağlamış şekilde kasabamıza geri döndük. Bu arada ev arkadaşım Beatriz'in kasabasından ve okulundan arkadaşları da gelmişti. 8 kişilik grup halinde dolaşıyorduk.

Daha önce Türkiye'de arkadaşlar arasında yapmadığımız ve çok işe yarar bulduğum bir şey yaptık. Fon oluşturduk. Fon oluşturalım dediler. Eyvallah dedim. Herkes 10 euro koydu. Harcamalar o fondan yapıldı. Bu şekilde tek kişi hesapla ilgilendi. Fonun bütçesi tükendikçe 5 euro 5 euro ekledik.

8 kişilik grubun İspanyolca konuşmalarını anlamak benim için ayrı bir seviye oldu. Tamam arada kaçırdığım şeyler var ama anlıyorum ve anlamak çok güzel. İlk aylarımın ne kadar zor geçtiğini tekrar söylemeye gerek yok.

Akşam saat 9'da konser salonunun kapıları açıldı. Konser salonu dediğime bakmayın daha önce bahsettiğim, kültür merkezindeki dandik salon. Burda konser mi olur falan diye homurdandık tabi. Yapılan açıklama konserin akustik olduğu yönündeydi. Gruplardan birini bile bilmiyordum. Öncelikle The Bright çıktı. Şarkıları İngilizce olduğu için grup ismi de İngilizce yada tam tersi. Bütün şarkılarında aynı ritim olduğu için pek beğenilmedi. 4-5 parça çalmalarına rağmen hep aynı şarkıyı söylemişler gibi geldi.

Sonrasında Tulsa, Zahara, Los Seis Dias sahne aldılar. Şarkıları gerçekten çok güzeldi. Los Seis Dias'ın "Te Odio" (Senden nefret ediyorum.) parçası kesinlikle dinlenmeli. Bu arada şarkı sözlerini de anlayabilmek ayrı güzel. O sırada bizim grupta, kız arkadaşından yeni ayrılmış bir arkadaş vardı ve dayanamadı salondan çıktı. Peşinden giden kişinin sonradan söylediğine göre yakın bir barda tek başına oturuyormuş.

Konser sonrası, gece yarısı akşam yemeğimizi yedikten sonra her zamanki cumartesi gecesi turumuzu attık. Gün geçtikçe daha çok kişi tanıdığımı fark ettim ve İspanyolca'mın gelişmesiyle bu sayının doğru orantıda arttığını gördüm. Bir mekana girdiğimizde veya çıkarken tek tek bütün tanıdıkları selamlamak gerekiyor.

En yakında zamanda buraya gelen arkadaşları kasabalarında ziyaret edeceğim. Sayelerinde çok eğlenceli bir gün oldu. Sıradaki yazımın "Tambien la lluvia" filmi hakkında olmasını ümit ederek bu yazıya son veriyorum. Bir de foto koyayım. Tamam ya'esta.

Basinda:
http://www.elmundo.es/...

http://www.rtvcyl.es/... (Buradaki videoda 41. saniyede arkadan gecen adam olmusum)

25 Şubat 2011 Cuma

Danza Kathak

22 Subat 2011 gunu kultur merkezinde hint dans gosterisi sergilendi. Siyah fonda mesk eden eller adeta sihirbazlik gosterisi yapar gibiydi. Insanin gordugune inanasi gelmiyordu. Bu buyuleyici gosterinin tek kotu yani fazla uzun olmasiydi. Belki iki kisiden daha fazla olsalar bu uzunluk hissedilmeyecekti.

Anuj Mishra ve Sharmini Tharmaratnam'dan olusan bu ekip gercekten cok basarili. Anuj'un hint aksanli ingilizcesiyle dans teknigini ufaktan da olsa ogretmeye calismasi komikti. Konusmasinin sonlarina dogru Alman asilli bir arkadas cikip geriye kalan kismi ispanyolcaya cevirdi. Bu sefer de alman aksanli ispanyolca sahnedeydi. Gercekten cok kulturlu bir gece oldu.

Kultur evinin gosteri salonunun ne kadar kotu durumda oldugunu da yazmak lazim. Yeni bina olmasina ragmen bir tiyatro salonu icin en kotu nasil tasarlanir diye dusunulmus gibi duruyor. Neredeyse sahne seviyesinde ve duz zemin. Danscilarin ayaklarina taktigi 2,5 kilo agirliginda zilleri en on sira haric gormeniz imkansiz ve bu ziller gosterinin buyuk bir bolumunu olusturuyor.

Bir kac ses aksakligina ragmen gosteri basariyla tamamlanir. Son bolum semazen misali danstir. Eller ayni konumdadir. Aslinda ne kadar farkliyiz, aslinda ne kadar ayni...

23 Şubat 2011 Çarşamba

‎23-F Golpe de Estado

Darbe girisiminden cok ozel bir kare
23 Subat 1981: Ispanya'da darbe girisimi. Milletvekilleri 18 saat boyunca mecliste rehin alinmisti ve Franko rejiminin geri gelecegine dair korkular tavan yapmisti. Ertesi gun, kralin girisimiyle son buldu.

Bugun 30. yildonumu. Gazeteler sayfa sayfa bu olaydan bahsediyor. Kendi arsivlerindeki sayfalari yayinliyorlar. 23-F adinda bir film gosterime girecek. Onumuzdeki haftalarda Arenas'a gelmesi muhtemel. Kesinlikle gidecegim bir film. Ispanyol arkadaslar Ispanya ic savasi hakkinda cok fazla film yapildi artik sikildik diyorlar. O nedenle bu filme gitmek istemiyorlar.

Bu aksam "También la lluvia" filmine gidecegiz.

Wiki: http://en.wikipedia.org/wiki/23-F

22 Şubat 2011 Salı

La "i griega" se llamará "ye"

La nueva Ortografía de la Real Academia Española fija la denominación de algunas letras, cambia "quorum" por "cuórum" y elimina las tildes de "solo", "guion" y "o" entre números

Ispanyolca'da ki standartlasma devrimi hakkinda bir haber. Aptallasan insan irki icin dillerin daha kolay ogrenilebilmesi icin yapilan standartlasma hareketleri. Haber basliginda 'y' nin artik 'ye' seklinde okunacagini 'i griega' denilmeyecegini soyluyor.