27 Ekim 2011 Perşembe

WOMAD Caceres 2011


çiseleyen bir başlangıç oldu

 Açılımı World of Music, Arts and Dance (Müzik, Sanat ve Dans Dünyası) olan uluslararası müzik ve dans festivali. Sene içerisinde değişik şehirlerde gerçekleştirilen etkinlik, bu sene İspanya'nın Caceres şehrinde gerçekleştirildi. 12 ve 15 Mayıs 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen bu etkinlik ayrıca bu sene 20. yıldönümünü de kutluyordu.

Şehirde gerçekleştiği için diğer organizasyonlardan daha farklı oluyor. Şehir dışında, hava alanı gibi boş bir arazide veya SZIGET gibi Budapeşte'nin ortasındaki bir adada yapılmıyor bu festival. Şehrin tam olarak içinde her şey; şehirle, tarihle, insanlarla iç içe.

bulvar sürücü kursu önünde çalgıcılar
Konser sahneleri, başta Plaza Mayor (Ana Meydan) ve Plaza San Jorge (Aziz George Meydanı) olmak üzere 500'den fazla insan alabilecek her meydana kurulmuşlar. Sahneler arasında yer değiştirmek için şehrin dar sokaklarını kullanıyorsunuz. Şehri tümüyle yaşıyorsunuz ve şehir her köşesiyle yaşıyor. Her köşe başında bir çalgıcı veya bir dansçı var. Müziğin yükselmediği hiçbir kuytu kalmamış.

küçük sahnenin karşısındaki kilise merdivenleri
Yemeklerden de bahsedecek olursak, festival için gelen işletmeler, çadırlar kurmuşlar. Görüntü güzel ama yemekler iğrenç. O sırada ne olursa gider diye verilen dönerler, pastırmalar, ekmek arası yiyecekler. Sadece oranın yerel işletmelerinde güzel yiyecek bulabilirsiniz. Önce küçük bir fırında, lezzetli dilim pizzalardan yedik. Yanımızda kendi kumanyamız da vardı. Sonra güzel bir dondurma dükkanı keşfettik. Kulağımıza küpe olsun bu tür etkinliklerde yerel işletmelere öncelik verelim.

büyük meydana giriş

Akşama doğru hareketlenen Plaza Mayor'a yani büyük meydana ulaştığınızda asıl şölen başlıyor. Afrikalı bir sanatçı vardı o akşam. Yanlış hatırlamıyorsam Senegal'den Takeifa olması lazım. İspanya'da bulunduğum süre boyunca afrikalı sanatçı çok gördüm. Hepsinde de büyüleyici bir dans tekniği vardı. Sahnede ki şarkıcı hem sesiyle hem de görüntüsüyle büyülüyordu. Konserden sonra, arkadaşlarım sanatçıyı görmek istediklerini söylediler ve belediye çalışanı olma forsumuzu kullanarak güvenliği geçtiler. Kulise sızıp fotoğraflar çektirmişler.


Bir de sanatçıları merak edenler olursa:
Dobet Gnahoré (Cote d'Ivoire) · Kiko Veneno (Spain) · Baloji (Belgium/Congo Dem. Rep.) · A Naifa (Portugal) · Bigott (Spain) · Orchestre National de Barbès (Algeria/France/Morocco) · 9Bach (Wales) · Barrunto Bellota Band (Spain) · Candi Staton (United States) · Chapelier Fou (France) · Don Letts (Jamaica/United Kingdom) · El Viaje de Rose · Felisa Vega (Spain) · Hypnotic Brass Ensemble (United States) · SkalabraoS (Spain) · Takeifa (Senegal) · Domu Afrika Dub Squad (Cape Verde) · Ska Cubano (Cuba/Jamaica/Japan/Montserrat/United Kingdom)

yemek olayları

24 Ekim 2011 Pazartesi

Marakeş


20 Kasım 2010

Saat 9 otobüsüyle Arenas'dan Madrid'e doğru yola çıktık. Öncelikle Madrid'in merkezi Sol'e yakın olan otelimize yerleştik. Tüm gün gezdikten sonra pazar günü Çağatay da bize katıldı. Pazartesi Marakeş'e giden uçağımıza kontrollerden sonra bindik. Pasaport kontrolden geçmemeye hızla alışan bünyem kısa bir şok yaşadıktan sonra buna da alıştı. Sürekli vizemin bittiğini hatırlatıyorlardı ve ben de kimliğim olduğunu o vizenin bittiğini bildiğimi söylüyordum. Geri dönmem zor olacakmış gibi gelmeye başlamıştı.



yol arkadaşım ve kaldığımız otelin avlusu
Madrid'i hızla geçtim çünkü Marakeş'i anlatmak istiyorum. İlk kez bir şehiri sevmedim. Sevemedim. Öncelikle bizi o kadar uyarmalarına rağmen halen ne kadar karışık olduğunu anlamamış kafamın, taksicinin herkese adresi sormasıyla ne menem bir yere gittiğimizi anlaması lazımdı. Taksi gidebildiği yere kadar götürdü. Binerken 20 dirhem diyen taksici artık 20 euro yani 200 dirhem demeye başlamıştı. 100 dirhemle işi hallettik. İndiğimiz anda gideceğimiz yeri bildiğini söyleyen biri peydah oldu. Bir ara ağzından 150 dirhem komisyon lafı çıktı, bir de dar sokaklara ıssız dehlizlere doğru götürünce işkillendik yönümüzü başka bir yöne çevirdik. Bu tür pazarlık ve işkillenme durumları için yanınızda bir adet pazarlık uzmanı Pervin bulundurmalısınız. Kaos halinde inşa edilmiş dar sokaklarda adres göstererek para kazanan çok kişi var. İşsizlik en büyük bela. Yaşlı veya çiftlere adres sormak lazım. Gençler o yol kapalı buradan gidin diyor, gittiğiniz yerde de kafanız karıştığından bi anda yanınızda bitip beni takip edin diyorlar. Bunları söylecek kadar Fransızca ve İspanyolca bazen de İngilizce biliyor oluyorlar.

afrika


girmediğimiz müzenin önü
Küçük çocuklara 10 dirhemden aşağısı kurtarırken, gençlere 10 dirhem az geliyor. Bozuk lisanlarıyla işsiz olduklarını anlatmaya çalışıyorlar. Senin işsizliğin benim derdim mi kardeşim? Senin için o miktar bir şey değil demeyi de biliyorlar. Sadece nice medeniyetler görmüş o güzelim şehrin insanlarını bu halde görmek üzdü beni. Neyi kimden dileniyorsun bir düşün. Sen burada bu haldeyken 100 metre ötede golf sahaları jet sosyeteyi ağırlıyor hatta bununla övünüyorsunuz. Taksicinin bile ilk gösterdiği harabeler yeni golf sahalarına gebeymiş. Daracık sokaklarda gençler köşe başlarında pinekliyorlar, yapacak hiç bir şeyleri yok. Köşe başlarında telefon butikleri, onlar öyle diyor, evlerde telefon olmadığını gösteriyor. Telefon olmayan yerde internet ne arasın. Sadece çatılarda çanak antenler. Aptal kutusu her türlü Amerikan kanalı Arapça altyazı ile gösteriyor. Dünya'yı turistler sayesinde görüyorlar. Onların da hepsini zengin hepsinin parası kendi paralarından daha değerli sanıyorlar.

Acınacak bir millet değiller çünkü çölün ortasında bir şehir olmak kolay değil. Hatta avrupalı dedikleri bir bölgeleri de var. Daha modern evler, daha pahalı yaşam. Su o kadar önemliyken golf sahalarını nasıl karşılıyorlar. Bu insanlık golfe karşı ne zaman ayaklanacak? Hep mi susacağız? Sustukça susayacağız. Yer yüzüne, doğa anaya en çok zarar veren spor golftür. O sular çim yetiştirmekten ziyade tarıma verilse kaç kişinin karnı doyar? Şimdi kaç kişinin karnı doyuyor?



Peki ya develer. Ne hakkınız var o hayvanları o sıcağın altında saatlerce bekletip para karşılığı kullanmaya. Kölelikten ne farkı var bunun? Yaşayacak kadar yemek, pislik içinde yatak, ölümüne iş. Yol arkadaşımın ısrarı üzerine ben de bindim. Bunun için üzgünüm. İnsanoğlu kendini ilk sıraya koyuyor işte. O sıcakta çölün ortasında arkadaşım deve turu yaparken yarım saat hiç bir şey yapmadan beklemek zor geldi.

Marakeş'de mutlu olduğum bir an söyleyeyim; üstü açık turist otobüsünde seyahat ederken. Çünkü sürekli para isteyen, dokunan o yapışkan yerli halktan uzak olduğum yer orasıydı. Onlardan böylesine tiksinmem benim suçum değil. İnsanlarla aramda mesafe olsun isterim, kimsenin dokunmamasını veya yoldaki birinin ben bir şey sormadıkça gelip benimle konuşmamasını. Ama bunlar hepsini yapıyorlar. Nasıl bir mantıksa yılandan korktuğumuzu belirtmemize rağmen bizi çekmek için yılanla üzerimize geliyorlar. Maymunları kafanıza çıkarmaya çalışıyorlar hatta "bak bir şey yapmıyor" dercesine maymunu tek eliyle havaya kaldırdı. Hayvan nasıl rahatsız olduysa sinirle adamın şapkasına saldırdı. Maymun'un ellerini o derece iyi kullanabildiğini görmek ilginçti. En azından sen ayaklan maymun kardeş.
Son olarak sizin o dar sokaklara girmenize gerek yok. Biz oteli eski şehrin içinde Medine'nin meydana en uzak noktasından tutmuşuz. O nedenle meydanı bulmak ayrı dert, oteli bulmak ayrı. Bab Kemis'i (ilk kapı) geçtikten sonra Derb Çubuk'u bulun. O tarafta olması lazım. Postanenin önünden geçtiğinize emin olun. Şeklinde bir tarifle buluyorsunuz oteli.


kapılardan biri

meşhur meydan



Şimdiye kadar avrupadan çok güzel bahsedip Marakeş'e gelince böylesine sert olduğum için lütfen kusura bakmayın. Sonuçta bize de arap diyorlar, ondan öte din kardeşiyiz, daha yakın hissediyorum onlara ve bu halde görmek daha çok yaralıyor. Bizim de böyle bir eğilimde olduğumuzu düşünmek korkutuyor. İktidar hakkında konuşmak bizi bir yere götürmüyor. Hepimiz aynıyız. İşin ucu para. İstiklal'e yapılan alışveriş merkezi, Kadıköy sahiline yapılan devasa hotel, Kazlıçeşme'ye yapılan gökdelenler hepsi bizim utancımız.

15 Ekim 2011 Cumartesi

Genç İletişim Ağı



İspanya'da bulunduğum kasabada faaliyet gösteren bir gençlik derneğinin tanıtımı için hazırladığım fotoğraf gösterisi. Tabi sunum sırasında aralara bahsi geçen kuruluşlardan gelen videoları koymuştuk. Bu şekilde pek anlamlı olmadı ama altındaki düşünce güzel.

Başlığı şu şekilde "Gençler Birliği Sunar: Uluslararası Genç İletişim Ağı". Bu ağın içinde Antalya'dan bir lise de var. Bunu başaran, ilk fotoğrafta da gösterilen, sadece boş vakitlerinde bununla uğraşan bir grup genç ve onların güzel rehberi Monia. Tümüyle gönüllülük esasına dayanan, okulla hiç bir alakası olmayan bir topluluk bu. Ben de yardımcı olmaya çalıştım. Bu da onlarla beraber hazırladığımız blog: ajovenes.es

5 Ekim 2011 Çarşamba

İspanya'da Yılbaşı

Öncelikle, İspanya'da diğer Hristiyan Avrupa ülkelerinin aksine Noel Baba yoktur. Onlarda var diye bilirler, görünce yadırgamazlar ama hiçbir adetlerinde, kültürlerinde yeri yoktur. Onlar için Hz. İsa doğduktan sonra hediyeler getiren, doğunun üç büyücü kralı önemlidir. Ocak ayının 4'ünde gelir krallar, Baltazar, Melkior ve Gaspar, müneccimler olarak da adlandırılırlar, yanlarında yardımcıları vardır. Ben de onlardan biri oldum. Doğudan geliyordum. Nereden geldiğimi sorduklarında Türkiye'den dedim. Çocukların şaşkınlıkları çok sevimliydi.

madrid otobüsleri
Yılbaşı; eski gece ve iyi gece olarak iki akşam kutlanır. İyi gece 24 Aralık günüdür, eski gece yılın son günüdür. İkisinde de burada olduğum için farklı İspanyol ailelerine konuk oldum. Gerçek ev halini tecrübe etme fırsatı buldum. İkisi de birbirinden güzeldi.

konuk olduğum ispanyol ailesi
Yılbaşında villancicos denilen şarkılar söylenir evlerde ve sokaklarda. Belediyenin önünde bazı akşamlar şarkılar eşliğinde churroslar (şerbetsiz, uzun, lokma tatlısı gibi düşünün) bandırılır sıcak çikolataya. Yağmur yağmasına rağmen toplanır insanlar. Güzeldir, yaşanmalı ve görülmelidir.

Kasabanın çeşitli yerlerine Hz. İsa'nın doğduğu kasaba olan Belen'in maketleri yapılır. Çarşılarda bu maketlerin parçaları satılır, herkes evine küçük de olsa bir tane kurmak ister. Evin bir köşesinde bizim gazetelerin dağıttığı maketler gibi maketlerle bir kompozisyon yapılmıştır. Hz. Meryem'in kucağında bebek İsa vardır. Daha fazla abartmak isteyenler hediyeleriyle gelen kralları da betimler maketlerinde.

retro parkın ortasındaki yapay göl
Yılın son gecesinin en güzel olayına geleyim. Topluca üzüm yemek. Daha önce ne duydum ne gördüm böyle bir şey. Saat gece yarısına geldiğinde çanların 12 defa çalmasıyla birlikte her vuruşta bir üzüm atılır ağza. Bütün İspanya aynı anda uygular bunu. Televizyonda "iftar vakti" grafikleri gibi üzüm grafikleri çıkar. Şimdi birincisi, hop hadi ikinci, dört, beş derken dokuzuncuya yetişmek ağız dolusu üzüm yüzünden zor olur. Ama üzümlerini denk getirenler kutlanır. Evin babası saat hala vururken bütün üzümleri bitirmişti. Çocuklar yetişebilmek için önceden üzümlerin çekirdeklerini çıkarmışlardı. Madrid'in en ünlü meydanı Sol'de (Güneş) herkes ellerinde ki plastik bardaklarında hazır bulundurdukları 12 üzümü afiyetle mideye indirmişlerdi. Ne kadar güzel ne kadar özel bir adet demekten kendimi alamadım.

Üzüm yemenin sebebine gelirsek, 1980'li yıllarda yaşanan krizden dolayı üretilen üzümler üreticinin elinde kalmış ve üzüm tüketimini arttırmak için böyle girişimde bulunulmuş. Bir ara bu adet kaybolsa da günümüze kadar gelmiş ve hala ülke genelinde uygulanmaktadır.



Her geçen gün İspanya'yı daha çok seviyordum. Her ne kadar, çok benziyoruz biz desem de şimdiye kadar sadece bir kişi hepimiz Akdenizliyiz dedi. Sağ olasın bizim belediyeye bağlı küçük belediyelerin temsilcisi Pedro. Bir de PSOE partisinden bir adam var. Usted demeyince (Sizli bizli konuşmayınca) adamın suratı asılıyor. Yabancıyım ben kardeşim herkese senli benli hitap ederim. Hatta geçen "bana sen de" demenin fiili olduğunu öğrendim: tutearse. Bu fiili emir kipiyle çekimleyerek "tuteame" yaparsak "bana sen de" yada "sizli bizli konuşmayalım" diye çevirebiliriz.

Artık İspanyolca hakkında pek bir şey yazmıyorum çünkü yeteri kadar öğrendiğimi düşünüyorum. Hatta biz yabancılar burada ne yapıyoruz, nereden geldik, nereye gidiyoruz temalı bir radyo programına bile katıldım. Tabi ki hala eksiklerim var. Okuma, dinlediğini anlama tümüyle tamam ama kelime dağarcığımda ve dilbilgisi olarak zamanların çekimlerinde eksiklerim var. Günlük hayat konuşmalarından daha ötesine çalışmam, daha fazla okumam gerek ama bunu da yapmıyorum. İspanyolca konusunda sizi teşvik etmek için şunu diyebilirim, çok ayrı bir dünya açtı önüme. Sinema filmlerini geç, gündelik hayatta bile kullandığımız kelimelerin kökenini anladım. Volta atmak mesela burada da aynı "vuelta". "Hacemos una vuelta" diyoruz ve volta atıyoruz mahallede. Her yabancı dille beyin biraz daha gelişiyor. Bunu bir yerlerde okuduğum için söylemiyorum. Yaşadığım hissettiğim için söylüyorum. Şu andan sonra İtalyancayı rahatlıkla öğrenebilirim.

madrid'de büyük bir alışveriş merkezinin girişi

Yılın ilk günü ise büyük piyango çekilişi yapılır. Bizdeki gibi son akşam değil, ilk günün sabahı yapılır. Bu çekilişlerin en güzel yanı da okullardan özenle seçilen öğrencilerin kura toplarını alıp okumalarıdır. Belirli bir ritimde şarkı gibi söylerler. Burada tarif edemem ama kesinlikle dinlemeniz lazım. Televizyon sunucuları öğrencilerin giyim tarzlarına, saç şekillerine bakarak yeni nesil hakkında yorum yapar. Hangi öğrencinin hangi okuldan geldiği söylenir. Bunlar gurur verici olaylardır. Çocukların sesleri, çalıştığımız belediyenin duvarlarında yankılanıyordu. Bazıları netten, bazıları radyodan, bazıları televizyondan dinliyordu. O tonlamayı herkes çok iyi bildiğinden sonra ki günler taklitlerle geçti. Aşağıdaki videoda da izleyebilirsiniz. Başlığı çok manidarmış ama içeriği benim hoşuma gidiyor. Yorumlarda da sevilen bir şey olduğunu görebilirsiniz.

Böylece 2011 yılına güzel bir giriş yapmış oldum.

Fotoğraflar: Aile ortamı hariç üzerlerindeki damgalardan da anlaşılacağı gibi kasım ayında çekilmiştir.