24 Temmuz 2021 Cumartesi

Bölüm 3 - Kitap ve Dil

Okuma oranıyla Avrupa ortalamasından aşağıda olan Hollanda'da trende, ilk bölümde bahsettiğim Hemingway romanını okurken. Bir beyefendi gelip beni tebrik etti. Hollandaca bilmediğim için anlamadığımı söyleyince, birinin trende Hemingway okumasına şaşırdım ve Hollandalı olmamanız çok doğal dedi. İstanbul'un metrobüs cehenneminde, önümdeki terli enseler üzerinde, sayfa çevirişimi görse gözleri dolardı.

Fransa'da ise sanki elinde kitap olmayanın binmesinin yasak olduğu bir metro yolculuğunun ardından Paris'in yedi kat altından çıkmaya çalışıyorum. Eskiden hiç yürüme engelli insan olmadığı için ortada ne bir rampa ne de bir asansör var. Pusetiyle bir anne merdivenleri tırmanmaya çabalıyordu ve kalabalıktan hiç kimse bu kadını umursamıyordu. Yapıştığım gibi ön tekerlekler arasındaki bağlantı yerine, bir çırpıda gün ışığına çıktık. "Merci beaucoup"lara karşılık İngilizce konuşunca. Kadın zaten bir Parisli’den beklemezdim dedi.

Bu sefer Japonya’da bilmediğim bir dilde kitap arıyorum. "Titan'a Saldırı" anime serisinin Japoncası olan "Şingeki no kyojin" diyerek mağazalarda mangasını soruyorum. Kasada ki adam Japonca bir kitap aldığım için haliyle benimle Japonca konuşmaya çalışıyor ve ben hiçbir şey anlamayınca hemen birilerini çağırıyor. Orada zaten bütün işlem; parayı vericem, kitapları alıcam. Hani ekrandan toplam tutarı gösterse yada baş parmağını yanındaki iki parmağa sürtse yeterli. Çoğu ülkede karşılaştığım bir durum; az İngilizce konuşmak ayıpmış gibi illa konuşması için İngilizcesine güvenilen kişi getiriliyor. Adam geldi ve “Ödeme yapmanız gerek!” dedi. Eyvallah yani sanki ben bunu hiç bilmiyorum, bunlar da başınızın gözünüzün sadakası olsun demişim gibi. Sanırım biraz da bu şaşkınlığı görmek için gittiğim her ülkede bu serinin yerel dildeki kitaplarını aldım.


Kusur arıyormuş havası oluştu, o yüzden kendi kusurumuzla devam edelim; Erasmus grubuyla birlikte Macaristan'da Visegrad kalesinin olduğu tepeye tırmanıyoruz. Bir genç aramıza katıldı. Hani bizden biriymiş gibi beraber gidiyoruz. Sonra gruptan memnuniyetsiz homurtular yükselmeye başladı, bunlar çocuğa karşı sesli Türkçe söylemlere döndü. Çocukla göz teması kurmadan peşimize neden takıldığı sorgulanıyor. Bir süre sonra çocuk "bana mı diyorsunuz" diye Türkçe sordu. Bizi, birlikte geldiği Türk kafile sanmış ve gruptakiler konuşurken ona bakmadıkları için başkası hakkında konuştuklarını düşünmüş. Bir de üzerine kaybolduğumuzu düşünmeye başladık ve çocuk kafileden birileriyle iletişime geçip bize yol gösterdi. Bu sefer biz onun peşine takıldık. Dünyanın her yerinde bir Türk’e veya Türkçe bilen birine rastlayabilirsiniz sadece müzeler hariç.


İspanya'da öğleden sonra saat 3 olmuş. Mesai bitmiş. Öğle uykusu için evlere dağılmışız. Hani gece trafik ışıkları ikaz anlamında sarı yanıp söner ya, gündüz 3 ile 5 arası da İspanya'da o oluyor. Her yer kapalı. Herkes gibi ben de evdeyim. Akşam 6 gibi bir kafeye pizza yemeye gidiyorum. O sırada bir şeyler yiyen sadece benim. Bir teyze geldi yanımda garsonla benim hakkımda konuşuyor. Bu saatte yemek yediğine göre yabancı olmalı diyor. Yabancı olduğumu anlamak için yeni bir yöntem bulunmasına çok şaşırmıştım. Sonradan öğrendim ki İspanya'da akşam yemekleri saat 9'da yenirmiş ve öncesinde yiyenin dışlanacağı kadar katı bir gelenekmiş.



Biraz eleştiri gibi olan bu bölümde dünya vatandaşlığı hayalimi gerçekleştirdiğimi başkalarından da duyun istedim. Gelenekle bitirdiğimiz için sıradaki bölüm ülkelerin yılbaşı gelenekleri olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder